Sabit telefonda numara taşıma için geri sayım başladı

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı Tayfun Acarer, şehir içi sabit telefon hizmetleri ile sabit telefonlarda numara taşınabilirliğinin 10 Eylül`de başlayacağını ve şu ana kadar 5 işletmecinin numara almak için BTK`ya başvurduğunu söyledi. Acarer, sistemin nasıl çalışacağı konusunda şu bilgileri verdi: `Örneğin, Ankara`da hizmet verecek bir sabit telefon hizmeti işletmecisi bize başvurduğunda, ona Ankara`nın alan kodu olan 312`nin bir fazlası 313 ile başlayan numara grupları vereceğiz. Türk Telekom 312`yi kullanmaya devam edecek. Diğer işletmecilerin tümü 313`ü kullanacak. Vatandaşlar numaralarını aynı il içinde hem başka işletmeciye hem de başka semte taşıyabilecek. Aslında bu şu demek: Sabit telefon numaraları artık 7 haneli değil, 10 haneli oluyor. Aboneler aynı il içinde arama yaparken alan kodunu da çevirecek.`

3G`li telefonlarda bunlara dikkat!

Ayın son günü uygulamaya geçecek olan üçüncü nesil (3N) teknolojisi için 11 gün kaldı. Uygulama ile internet her yerde olacak

Mobil hızlı internet ve görüntülü konuşmanın altyapısını sağlayacak 3N (Üçüncü Nesil /3N, Third Generation/ 3G) teknolojisinden faydalanmak için 11 gün kaldı. 30 Temmuz gecesi hizmete girecek 3N hizmeti için altyapı kullanılır hale gelecek. Son 5 yıldır yoğun bir şekilde satın aldığımız 3 milyonun üstündeki 3N telefona bu yıl çok daha çok harcama yapıyoruz. GfK Türkiye`nin yaptığı araştırmaya göre 2009`un ilk 5 ayında bir 3N telefona ortalama olarak 248 euro ödedik. Toplamda da 635 milyon dolar ödeme yaptık.

3N TELEFON 248 EURO

GfK araştırması 3N telefon modellerinin 2008 de adetsel olarak yüzde 14, cirosal olarak yüzde 35 pay alırken, 2009 ilk 5 ayında adetsel yüzde 15, cirosal yüzde 35 paya sahip olduğunu ortaya koyuyor. 2008 ilk 5 ayında 2N cep telefonu ortalama son kullanıcı fiyatı 119 euro olarak gerçekleşirken, 2009 yılının aynı döneminde ortalama telefon fiyatı 84 euroya düştü.

OPERATÖRLER FİYAT KIRDI

Yine aynı dönemler arasında karşılaştırma yapıldığında 3N telefonların ortalama tüketici fiyatları 330 eurodan 248 euroya gerilediği görülüyor. Cep telefonu firmalarının rekabeti bu fiyatları daha da aşağı doğru çekmesi bekleniyor. Fiyatların düşmesine bir neden de cep telefonlarında giderek artan operatör desteği. Cep telefonu operatörleri rekabete sadece cep telefonunda değil, dizüstü bilgisayar ve USB modem gibi diğer cihazlarda da devam ediyor.

TELEFON YERİNE BİLGİSAYARDA KULLANILIYOR

Eğer kullandığınız telefon 3N uyumlu değilse, kendinize hemen yeni bir telefon almalısınız. Eğer yeni bir telefon değil, `Ben mini dizüstü bilgisayar veya eski bilgisayarımdan USB modemle bağlanmak istiyorum` diyorsanız, SIM kartınızla bu cihazlardan da 3N mobil internet hizmeti alabiliyorsunuz.

EN UCUZ 3N`Lİ OLMA MALİYETİ HİZMET VE YENİ CEPTEN GEÇİYOR

Cep telefonu ekranında 3N (3G) işareti görmenin maliyeti yeni bir cep telefonu. 3N hizmetinden faydalanmak için öncelikle kullanılan cep telefonu operatörüne kısa mesaj, telefon ya da bayi aracılığıyla başvurmak gerekiyor. Sonra kullanacağınız cep telefonunun 3N uyumlu olması, görüntülü konuşmayı yapmak için her iki abonenin telefonunun da 3N uyumlu olması şart. Bilişim Teknolojileri ve İletişim Kurumu`na göre şu anda 3 milyon uyumlu telefon zaten var. Operatörlerin görüntülü görüşme için ekstra ücret alması beklenmiyor. Ancak sınırsız tarifelerinkullanılması zor. Turkcell`in aylık 30 TL`nin biraz üstünde bir fiyata kotalı internet hizmeti vereceği tahmin ediliyor.

6 SORUDA 3N (3G) NEDİR NASIL KULLANILIR?

1- ALET 3N UYUMLU OLMALI: Mobil hızlı internet bağlantısının en kolay yolu. Hizmetten faydalanmak için operatöre başvurmak şart ve cep telefonunuz, dizüstü bilgisayar veya USB modem 3N uyumlu olmalı.

2- GÖRÜNTÜLÜ KONUŞMA NEDİR? Görüntülü konuşma 3N ile internete bağlanarak kullanılan uygulamalardan en popüleri. Görüntülü MSN kullanımının cep telefonundaki karşıtı diyebiliriz. Fiyatı normal konuşma ile aynı.

3- NE ZAMAN KULLANIRIM? 30 Temmuz gecesi tüm operatörler Turkcell, Vodafone ve Avea hizmete başlayacak. Turkcell ve Avea kısa mesajla ön talep toplamaya başladı. Şu anda 3N (3G) işaretini görmek mümkün.

4-İNTERNET NE KADAR HIZLI OLACAK? Cihaza ve kullanıcı sayısına göre internet hızı değişecek. Şu anki telefonların birçoğu 1 megabit hızı destekliyor. Piyasadakiler en fazla 7.2 megabiti destekliyor. Yani cepten video mümkün.

5- TELEVİZYON İZLENECEK Mİ? 3N esas itibarıyla daha çok video demek. 90 dakika olmasa da bir maçın veya dizinin önemli anları, 5 -10 dakikalık haberler cepten izlenecek. İleride içerik daha sofistike olacak.

6- 3N İNTERNET PAHALI MI OLACAK? Henüz kullanım ücreti açıklanmadı ama ADSL`den daha ucuz olmasa da kullanım rahatlığı aboneleri çekecek. 1 kez internete bağlanınca hareket halinde internete bağlı olunacak.

CEP TELEFONU EKRANINDAN GÖZÜNÜZÜ ALAMAYACAKSINIZ

Cep telefonu ekranı büyüdü, kalitesi arttı, şimdi mobil hızlı internet bağlantısı sunan 3N altyapısı ile televizyon dizilerinden futbol maçlarına, görüntülü konuşmadan haberlere kadar her konu için cep telefonu ekranına bakılacak. Cep telefonları mobil hızlı internet bağlantısı ile birlikte yetenekleri artıyor, ekran büyüklüğü 3 inçi aşıyor ve hemen hepsi 7.2 megabit 3N hızını destekliyor.

EN YETENEKLİSİ BENİM TELEFONUM

Nokia N97 dokunmatik 3.5 inç ekranı `kendin pişir kendin ye` tarzında en sevdiğiniz, en çok kullandığınız uygulamaları ana ekrana taşıyabiliyorsunuz. Ağustos`ta piyasaya sürülecek telefonun 750 euro olması bekleniyor. Depolama alanı 32 GB.

ÜÇ BOYUTLU MÖNÜ EKRANA BAĞLIYOR

ÜÇ boyutlu mönüsü diğer akıllı telefonlardan LG Arena KM900`ü ayırıyor. 3 inç ekranı ve sadece 4 tuşu ile kolay kullanım mönüsüne sahip. Rakipleri gibi 5 megapiksel kamerası ve merceği iyi fotoğraf çekimine izin veriyor. Dokunmatik ekran performansı iPhone`a yakın. Fiyatı 899 TL.

ÇİFT HATTAN MOBİL İNTERNETE DOKUNUN

İKİ hat kullananlar hem 3N mobil hızlı internetten hem çift SIM kart teknolojisini kullanabiliyor. Black çift SIM kartın dışında 3 Megapiksel kameraya sahip ayrıca MSN, Yahoo Talk, Google Talk ve AOL Messenger gibi uygulamaların kullanılmasına olanak sağlıyor.Ürünün satış fiyatı tek SIM kartlı 3N telefonlarıyla yarışması için 399 TL.

EN KÜÇÜK BOYUTLARA SAHİP 3N TELEFON

Küçük gövdesinde 3N destekli telefonlar içerisinde en küçük boyutlara sahip telefon Sony Ericsson G750 oldu. 2.4 inç ekranı diğerlerine göre küçük olsa da yetenekleri rakiplerinden eksik değil. Bunun dışında internet uygulamalarına tek tuşla erişilebiliyor. 1GB depolama alanı genişleyebiliyor. Müzik yeteneği iyi ve fiyatı 680 TL.

JET GİBİ DOKUNMATİK CEP MODELİ

Dokunmatik ekran konusunda Apple ile yarışacak kaliteye uygulamalara daha uygun fiyata sunan Samsung Jet gibi bir telefon modeli ile karşımıza çıkıyor. 3.1 inç ekranı oldukça kaliteli ve avucunuzun içine rahatlıkla sığıyor. Uygulamalar hızlı. Kusuru video kalitesi. Satış fiyatı 999 TL.

10 yıl sonra konuşmacılar toplantıya ışınlanacak!

İletişim teknolojilerindeki gelişme sınır tanımıyor. Video-konferanslar ve uydu bağlantıları ile binlerce kilometre ötedeki kişileri istenen ortama taşıyan bilişim şirketleri, şimdi de konuşmacıyı toplantı mekanına ışınlamaya hazırlanıyor. Uzmanlar 2020`li yıllarda herhangi bir kişi ya da nesneyi başka bir yerde ışınlanmış gibi gösterebilecek teknolojilerin devreye gireceğini belirtiyor. İletişim şirketi Ericsson`un teknoloji TIR`ı, kapılarını İzmir Çeşme`de ziyaretçilere açtı. Alanında en son yenilikleri ve çeşitli multimedya demolarını sergileyen araç, İsveç, Danimarka, Almanya, İsviçre, Fransa, İtalya, Yunanistan, Romanya ve İngiltere`den sonra Türkiye`ye geldi.

İletişimde gelecek 10 yılın gelişmelerinin aktarıldığı TIR, İzmir`den sonra Ankara ve İstanbul`a da uğrayacak. Aracın Türkiye`deki ilk durağında, ziyaretçilere, cep telefonu kullanan aile üyelerinin internet üzerinden nerede olduğunu gösterebilen Family Finder, 3G teknolojisi ile canlı yayın yapma imkanı sunan MeOnTV ve cep telefonundan evdeki bilgisayara bağlanıp istenilen yerden film izleme imkanı sunan Connected Home teknolojileri uygulamalı olarak anlatıldı. Bu teknolojilerin kullanıma hazır olduğu, GSM operatörlerinin yatırım yapmaları durumunda herkesin kullanımına açılabileceği belirtildi. Ericsson Genel Müdür Yardımcısı Yiğit Kulabaş, `Geleceğin teknolojilerini oluşturmadaki en kritik nokta, son kullanıcının ihtiyaçlarını anlama ve sağlanan toplam faydayı maksimize etmekte yatıyor.` dedi. TIR`da anlatılan konulardan en çok ilgi çekeni ise geleceğin video-konferans sistemleri oldu. 10 yıl kadar sonra bugün yapılan video-konferanslar çok daha ileri boyuta taşınacak. Konuşan kişinin bir ekrana yansıdığı ve herkesin ona baktığı sistem yerine, katılımcıların duvarlara yansıtıldığı sistemler devreye girecek. İnsanlar adeta ışınlanmış gibi olacak. Bu, bir düğmeye basmak kadar kolay olacak. Yeniliklerden biri de yaşlıların evden çıkmadan, çok fazla yolculuk etmeden alışveriş gibi temel ihtiyaçlarını görebilmesi. Sağlık kontrolleri de sanal olarak uzaktan yapılacak.

ZAMAN

TÜBİTAK hackerlara karşı çareyi buldu

TÜBİTAK, geliştirdiği yeni bir sistemle elektrik tellerinden bilgi hırsızlığına çare buldu.

Daha önce yayınladığımız haberimizde, hacker'ların elektrik hatlarını kullanmak suretiyle tüm bilgisayarlara kolayca sızabildiğini sizlere duyurmuştuk. Ancak TÜBİTAK, geliştirdiği, farklı modellere sahip olan ve TEMPEST adını verdiği yeni sistemleriyle bu soruna kalıcı bir çözüm getiriyor. Şimdi isterseniz TEMPEST'ı daha yakından tanıyalım.

TEMPEST nedir?

Bütün elekriksel ve elektronik cihazlar çalışırken çevrelerine istemdışı elektromanyetik ışıma yayarlar. Bu ışımanın içerdiği bilgiler, kullanıcının izni veya bilgisi olmaksızın uzak mesafelerden ele geçirilebilmekte olup; bu konu TEMPEST adıyla bilinmektedir.

Bilgi nasıl ele geçiriliyor?

Elektronik cihazların çevreye yaydığı bilgi içeren elektromanyetik kaçaklar, herhangi bir iletken üzerinden ya da doğrudan hava yoluyla taşınabilir. Örneğin bir bilgisayarın çevreye yaydığı bilgi içeren kaçak, oldukça uzak mesafelerden, bu bilgisayara bağlı herhangi bir kabloya ulaşılarak ele geçirilebileceği gibi; arada bir kablo bağlantısı olmaksızın, anten kullanılarak da metrelerce mesafeden ele geçirilebilir. Bilgi kaçağı, yalnızca klavyeden ya da sabit diskten değil; ekran, CD veya disket sürücü ve tarayıcı, yazıcı gibi tüm diğer donanım bileşenlerinden oluşabilmektedir. Bu tehlikeden korunmanın yolu TEMPEST güvenliği alınmış cihazlar kullanmak ya da kablo hattından oluşacak kaçağı engelleyecek TEMPEST özellikli filtreler kullanmaktır.

Türkiye’de, UEKAE uzun yıllardır TEMPEST konusunda çalışmalar yürütmekte olup; pek çok kamu kurumu ve özel kurumda bu bilincin artırılması ve TEMPEST çözümleri kullanımını sağlamak üzere faaliyetlerini sürdürmektedir.

NATO standartlarına göre güvenliği test edilmiş olan TEMPEST bilgisayar, yazıcı, tarayıcı, klavye, fare ve ekran çözümleri üreten UEKAE, güç ve işaret hatlarından kaynaklanan kaçaklar için de TEMPEST özellikli filtreler tasarlamakta ve geliştirmektedir.

Bilgi güvenliğinin bir başka temel unsuru olan kriptografik cihazlar da, UEKAE bünyesinde tamamen milli ve TEMPEST uyumlu olarak gelişitirilmekte olup; Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere ihtiyaç sahiplerinin kullanımına sunulmaktadır.”

Daha ayrıntılı bilgi için şu adrese göz atabilirsiniz: www.uekae.tubitak.gov.tr

Microsoft Last.fm'e özendi

The Telegraph gazetesinde yer alan bir habere göre Microsoft bu ayın sonuna doğru müzik servisi sunan bir web sitesi açacak.

Microsoft'un sunacağı servis kullanıcılara ücretsiz müzik dinleme olanağı sunacak ayrıca müzik indirme şansı da verecek. Microsoft'un haber ve eğlence sitesi MSN'in yapımcılarından Peter Bale, "Müzik, Microsoft için önemli bir alan" diyor ve açacakları servisin Spotify'a benzeyen bir servis olacağını belirtiyor.

Spotify kullanıcıları reklamla desteklenen web servisleri üzerinden şarkıları ücretsiz dinleyebiliyor. İsteyen kullanıcılar aylık 9.99 paund üyelik bedelini ödeyerek siteye üye oluyor ve reklamlardan kurtuluyor. Bale ayrıca bu servisin Microsoft'un Xbox oyun ağı, Xbox Live ile bağlanabileceğinin de ipuçlarını verdi.

Yeni servisle ilgili detaylar halen net değil ama önümüzdeki günlerde Microsoft tarafında bu konuda önemli gelişmelerin yaşanacağı tahmin ediliyor.

Firefox 3.5.1 çıktı!

Tilkinin yeni güncellemesi neler getiriyor?

Güncellenen Mozilla Firefox'un en son sürümündeki değişiklikleri öğrenmek için buyrun.

Mozilla Firefox 3.5'in çıkışından kısa bir süre sonra açığa çıkan güvenlik açıkları, bugün çıkan 3.5.1 güncellemesiyle birlikte kapatıldı. Bu güncellemenin çıkacağını daha önce duyurmuştuk.

Güvenlik sorunlarının yanı sıra istikrar sorunlarını da çözen güncelleme, aynı zamanda Firefox'un açılış hızını da arttırdı. Özellikle daha önce Firefox'un açılıştaki yavaşlığıyla problem yaşayan kullanıcılar artık sorun yaşamayacak. Bunların üzerine bir de Java kullanan sayfalardaki takılma sorunları halledildi.

MS Apple'a komşu oluyor!

Komşunuz Microsoft olsa ne düşünürdünüz?

Microsoft rakiplerine göz açtırmamakta kararlı: Şimdi de Apple mağazalarına komşu mu olacaklar?

Apple Store'ların dünya üzerinde çoğaldığı, Apple'ın pazar payını büyüttüğü gözle görülebilir bir gerçek; fakat kimileri de bunu sessizlikle karşılamıyor.

Microsoft'un perakende satış yapmak için açmayı planladığı mağazası hakkında daha önce sizleri bilgilendirmiştik. Yeni gelişmeler gösteriyor ki Microsoft dişli bir rakip olacak!

Microsoft COO'su (Chief Operating Officer) Brain Kevin Turner, Apple'a komşu mağazalarını bu sonbaharda açacaklarını belirtti. Ama burada gözden kaçmaması gereken bir kelime var: Komşu... Görünüşe göre MS, eğer bir kelime oyunu söz konusu değilse, bu işi çok ciddiye alıyor ve gerçekten de Apple Store'ların hemen yanına ya da çok yakınına kendi mağazalarını açmayı planlıyor.

Bu gelişmeler ışığında diyebiliriz ki Microsoft perakende satışta Apple'a misilleme yapıyor. Hatta mağazalarına dikkat çekmek için Natal teknolojisini bile kullanabilirler.

Yapılan açıklamalar gösteriyor ki rekabet hat safhada olacak ve umut ediyoruz ki bundan en çok fayda gören kullanıcılar olacak.

Bilgi için: Microsoft
Telefon: (212) 258 59 98 pbx

XP'nin mimarı yeni evinde!

XP'nin mimarı yeni evinde!
Windows XP'nin mimarı Lucovsky transfer oldu.

MS'ten Google'a geçerken sandalyelerin havada uçuşmasına neden olan isim şimdi de Google'ı terk etti.

Google'ın bir zamanlar Microsoft'tan transfer ettiği, Steve Ballmer'a saçını başını yolduran Mühendislik Direktörü Mark Lucovsky Google'dan ayrıldı.

VMware'de kendine yeni bir iş bulan Mark Lucovsky, hem Microsoft, hem de Google için kritik isimlerden biriydi. Bundan beş yıl önce Google'a geçtiğinde Steve Ballmer'ın sinirden köpürmesi, savurduğu küfürler ve fırlattığı sandelye büyük haber olmuştu. Battellmedia.com'a göre beş yıl önceki olay şöyle gelişmişti: Mark Locovsky'nin ayrılma haberini duyan Ballmer "Bana Google'a geçmediğini söyleyin!" demiş. Üzerine "Lanet olası Eric Schmidt, süt çocuğu. Gömeceğim onu, daha önce de yaptım yine yaparım. Google'ı öldüreceğim!" Bu arada Schmidt'in Google'ın CEO'su olduğunu hatırlatalım. "Google gerçek bir şirket değil, kartlardan bir ev..." Bu sözlerin üzerine odanın içerisinde sandalye fırlattığı da söyleniyor.

Google'ın Microsoft'tan adam almasının etkisi neden bu kadar büyüktü? Çünkü Mark Lucovsky çok önemli biri, Windows NT'nin mimarı, ki NT Windows XP'nin temeliydi. Kernel dosyalarının Windows API'nin büyük kısmını yazan adamdı. Google'a geçince de Google API'leri yazdı, arama motorunun kritik kısımlarında büyük emeği geçti. Kısacası Microsoft da, Google da kendilerine milyarlarca dolar kazandıran bir adamı kaybettiler. Görelim bakalım Mark Lucovsky VMware 'da ne yapacak.

Intel beklentinin üzerinde kâr açıkladı

Üçüncü çeyrek kâr tahminlerini yükseltti. şirketin sonuçları genel olarak teknoloji sektörü için de olumlu bir yön belirledi.

Intel`in hisseleri, ikinci çeyrek bilançosunun açıklanmasıyla yüzde 8 yükseldi. bilanço, S&P 500 endeksi vadeli işlemlerini yukarı çekerken, Intel`in baş rakibi amd`nin hisseleri de, teknoloji sektöründeki genel yukarı yönlü harekete paralel olarak güçlendi.

Haziran 27 tarihi itibariyle sona eren ikinci çeyrekte Intel`in geliri 8 milyar dolarla yıllık bazda yüzde 15 düşük geçekleşti. ancak bu gelir, analistlerin beklediği ortalama 7.27 milyar doların oldukça üzerinde.

Intel, üçüncü çeyrek gelir tahminini 8.1 milyar dolardan 8.9 milyar dolara yükseltti. Reuters estimates`e göre analistlerin ortalama üçüncü çeyrek gelir beklentisi 7.8 milyar dolar seviyesinde seyrediyor.

İkinci çeyrekte 398 milyon dolar, yani hisse başına 0.07 dolar zarar açıklayan intel`in sonuçlarını Avrupa`da şirkete verilen 1.45 milyar dolarlık cezadan kaynaklanan kalemler etkiledi. Avrupa`daki düzenleme kurumları, mayıs ayında Intel`in pazardaki hakim pozisyonunu kullanarak rakibi AMD`nin büyümesini engellediği yönünde karar almışlardı. Intel kararı temyize götürmeyi planlıyor.

Intel`in geçen yıl ikinci çeyrekteki kã¢rı ise 1.6 milyar dolar, yani hisse başına 0.28 dolar olmuştu.

Tüm dünyada üretilen bilgisayarların dörtte üçünden fazlasında intel`in ürettiği işlemciler kullanılıyor. Dolayısıyla şirketin sonuçları bilgisayar sektörü için gösterge kabul ediliyor.

Dünyanın en büyük su tüneli

Su konusu iktisatçıların en az bildiği konulardandır. Ama suyun arzı azalıp talebi artınca iktisatçılar da su konusuna eğilmek zorunda kaldı. Biz de teknik bilgi sahibi eş dosttan ve ilgilenen meslektaşlarımızdan bilgi toplayarak kamuoyuna aktarma çabası içine girdik.

Tüm özellikleriyle dünyanın belki de en önde gelen metropolü olan İstanbul yeni bir `ilk` ve yeni bir `en büyük` ile tanıştı. Asya ve Avrupa kıtaları, 28 Mart 2007 tarihinde temeli atılan Boğaz tüneli ile 4 Temmuz 2009 tarihinde 135 metre derinlikte birleşti. Yaklaşık 15 milyon nüfusa sahip İstanbul`un su ihtiyacını karşılamak üzere Melen çayından sağlanacak suyun bütün kente dağıtılabilmesi için yapılmakta olan projenin, en önemli bölümünde büyük bir adım atıldı. 4 metre çapında (toprak kazı çapı 6 metre kadar), 5,5 km uzunluğunda bir su tüneli Asya`dan Avrupa`ya ulaştı. İstanbul`un 2040 yılına kadar olan su gereksinimini karşılayacağı düşünülen bu projenin ana hatlarını burada belirtmekte fayda var.

1987 yılında DSİ tarafından çalışmaları başlayan Melen Projesi 1990 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile İstanbul II. merhale içme suyu kaynakları arasına alınmıştı. 1995 yılında Japon hükümetiyle imzalanan 1 milyar dolarlık kredi sözleşmesi imzalandıktan sonra birinci aşama ihalesi 2000 yılında yapıldı. 2001 krizinden sonra proje yavaş ilerledi. Ancak 2007 yılında İstanbul`un su durumu kuraklık dolayısıyla kritik bir durum alınca projenin önemi iyice anlaşıldı. O kadar ki acil önlem olarak Melen Çayı, Ömerli Barajı`na akıtılarak su sıkıntısının önlenmesine çalışıldı.

Melen projesinin su kaynağı İstanbul`un 180 km doğusundaki Büyük Melen çayıdır. Buradan alınan ham su yaklaşık 25 kilometresi tünel olmak üzere 180 km uzunluğunda bir isale hattı ile Ömerli bölgesindeki Cumhuriyet arıtma tesisine getirilecek ve burada arıtılan su Boğaz tüneli ile Kağıthane dağıtım tesislerine pompalanacaktır. 2027 yılında projenin 4.aşaması sona erdiğinde İstanbul`a yılda 1,18 milyar m3 su verilecektir. Kurak bir yıl olan 2008 yılı dışında, 2003 yılından beri İstanbul`a ortalama 700 milyon m3 su verildiği düşünülürse projenin önemi daha iyi anlaşılacaktır.

İstanbul`da son 40 yıllık dönemde ilki 1971-77, ikincisi 1984-94 yılları arasında, 6-7 yıl süreli iki büyük kuraklık dönemi yaşanmıştır. Son beş yıldır tüm bilim adamları tarafından üzerinde durulan ve insanlığın geleceğini korumak için çeşitli önlemler alınan iklim değişikliği ülkemizi de tehdit etmektedir. Yapılan tahminler Türkiye`nin de içinde olduğu Doğu Avrupa ve Akdeniz bölgelerinin 2020`li yıllarda büyük bir kuraklıkla karşılaşacağını göstermektedir.

Melen projesi için yapılan nüfus artışı tahminlerine göre, İstanbul`un nüfusu 2010 yılında 12,5 milyon, 2040 yılında ise 17 milyon olacaktır. Oysa, TÜİK verilerine göre İstanbul`un nüfusu 2008 yılı sonunda 12,7 milyondur. Günlük geliş ve gidişlerle bugün nüfus yaklaşık 14 milyon tahmin edilmektedir. Hatta 15 milyona dayanan tahminler de mevcuttur. Batıda Istranca derelerinden, doğuda Melen çayından su getirilen İstanbul her iki yönde 200 km uzaklıktaki su havzalarını devreye sokmuş durumdadır. Önümüzdeki yıllarda iklim değişikliği dolayısıyla karşılaşılacak kurak mevsimler, nüfus artışının getireceği su ihtiyacı göz önünde tutularak yeni su kaynaklarının sağlanması bugünden planlanmalıdır. Teknolojinin ilerlemesi ve son uygulamalar da düşünülürse yeni su kaynağı olarak denizi düşünmek fazla aykırı olmasa gerek. Ters ozmos yöntemiyle deniz suyundan elde edilen tatlı su elde edilmesi bugün Arap yarımadasında ve İsrail`de çok uygulanan bir yöntemdir. Bu yöntem teknolojik gelişmeler sonrası daha ucuz su sağlayacak duruma gelmiştir. Unutulmaması gereken diğer bir kaynak da evsel atık suların ileri derecede arıtılmasıyla elde edilecek suyun, tarımda ve sanayide kullanılmasıdır.

Yasal Uyarı: TurkMedya internet sitelerinde yayınlanan haberler ve köşe yazılarının tüm hakları TurkMedya Yayın Grubuna aittir. Kaynak gösterilerek dahi haberin veya köşe yazısının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz.

Sadece alıntı yapılan haberin veya köşe yazısının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Saat ve gözlüklerde 3G`li oluyor

Üçüncü nesil mobil iletişim uygulaması 3G ay sonunda hizmete girerken, sistemin vereceği hizmetler de sadece cep telefonu ve bilgisayarlarla sınırlı kalmayacak.

Saatten, gözlüğe ve kameralara kadar birçok mecrada uygulanabilen servisleri ile tüketicilerin hayatını kolaylaştırması beklenen 3G ile farklı ürün ve hizmetlerden yararlanılacak. Her operatör abonelerine hizmet sunmak için yanşa girerken, farklı uygulamalar ile rekabetin çetin geçmesi bekleniyor. 3G`nin en büyük avantajının mobil iletişim hızı olacağı vurgulanırken, mobil kamera, mobil TV gözlük ve SIM kartlı kol saati gibi ürünler de bu farklı uygulamalardan sadece birkaçı.

ANNE BABALARA TAKİP KOLAYLIĞI

Turkcell`in mobil kamera uygulaması ile aboneler görüntülü görüşme destekli cep telefonlarından mobil kameralar içine yerleştirilmiş SIM kartlar sayesinde evlerini, işyerlerini izleyebilecek ve dilerlerse sesli iletişime geçebilecekler. Özellikle anne babaların evde tek başlarına kalan çocuklarını güvenle izleyebilecekleri sistem güvenlik kamera uygulaması olarak öne çıkıyor.

3G`ye özel olarak dizayn edilmiş gözlükler sayesinde cep telefonlarına bağlanan bu gözlüklerle mobil TV uygulamaları gözlüğe aktarılıyor ve tüketicilere mobil TV uygulamalarını özel gözlüklerden seyretme imkânı veriyor. Turkcell`in SIM kartlı kol saati uygulamasıyla da aboneler kol saatinin içindeki SİM kart sayesinde saatten görüntülü konuşma yapabiliyor.

CEPTEN KÜTÜPHANEYE GİRİLECEK

3G ile her yerde cepten televizyon izleyebileceksiniz. Cep telefonlarındaki görüntüleri televizyonunuza aktarabilecek ve istediğiniz dizi, film veya maçı izleyebileceksiniz.

3G teknolojisiyle birlikte istediğiniz bir görüntüyü anında başka bir cep telefonuna ya da televizyona aktarabiliyörsünüz. Hem hızlı hem de kaliteli bir görüntü imkânı sunan 3G teknolojisi sayesinde sıcak bir gelişmeyi binlerce kişiyle paylaşabileceksiniz. 3G sadece eğlence anlamında değil, sağlık ve eğitim gibi alanlarda da aktif olarak kullanılabilecek. Öğrenciler istedikleri bilgi ve belgelere cepten ulaşabilirken, kütüphaneye bile cep telefonundan girebilecek.

EV VE İŞYERİNİ İZLEYİN

3G teknolojisi ile güvenlik kameraları da cep telefonuna taşınacak.

SAATTEN GÖRÜNTÜLÜ KONUŞMA

SIM kartlı kol saatleri ile görüntülü konuşabileceksiniz

Türkiye`de bir ilk: Kocaeli`de su sayaçları radyo frekansı ile uzaktan okunacak

Kocaeli`nin su ihtiyacını karşılayan İSU Genel Müdürlüğü Türkiye`de bir ilki gerçekleştirerek, su sayaçlarını uzaktan okuyacak. Görevli elindeki cihazla araç içinde sokaktan geçerken tüm sayaçların verileri anında toplanarak faturalandırılacak.

İSU Genel Müdürlüğü bir yandan son 5 yılda yaptığı binlerce kilometre uzunluğundaki altyapı hizmetleri ile kendisini kanıtlarken bir yandan da son teknoloji ürünlerinden yararlanıyor. Yaptığı içmesuyu yenilemesi çalışmaları ile su kayıp ve kaçaklarını yüzde 35`lere indiren kurum, sayaçlar üzerinden kayıp kaçak oranlarını da azaltmak ve abonelerine daha çağdaş ve modern hizmetler sunmak için son teknoloji ürünü olan radyo frekanslı sayaç sistemine geçiyor.

524 binin üzerinde abonesi bulunan İSU, Türkiye`de bir ilk olacak sistemin Derince`de pilot bölge uygulamasından iyi sonuçların alınması üzerine projenin yaygınlaştırılması için kolları sıvadı. Karamürsel ilçesini kapsayan çalışmada 24 bininin üzerindeki abonenin sayaçlarını ücretsiz olarak değiştirerek son teknoloji ürünü olan radyo frekans modüllü sayaçların montajına başladı. Endeks okuma personellerin sayaçların olduğu ev ve işyerlerine girilerek okunmasına son verilecek sistemde bundan sonra ev ve işyerlerine girilmeden yaya ve mobil araçlar ile yaklaşık 300 metre uzaktan radyo frekansı ile günlük 4 bin adet abonenin sayaçları okuma hatalarını da ortadan kaldıracak şekilde okunacak. Firma ekipleri tarafından yapılan montaj çalışmaları Eylül ayı başlarına kadar devam edecek.

İSU Genel Müdürü İlhan Bayram, beraberinde Abone İşleri Daire Başkanı Uğur Susoy ile birlikte sayaçların montaj çalışmalarını yerinde inceledi. Firma yetkililerinin de bulunduğu incelemede Genel Müdür Bayram, Türkiye`de bir ilki gerçekleştirmenin heyecanı içinde olduklarını söyledi. Abonelerimize daha iyi hizmet sunmak için çağdaş ve son teknoloji ürünleri kullandıklarını vurgulayan İlhan Bayram, `Kurum olarak son 5 yılda önemli altyapı hizmetleri yaptık. Bu yenilenen altyapı hizmetleri ile kayıp ve kaçak oranlarını yüzde 70`lerden yüzde 35 seviyesine indirdik. Altyapıda kullandığımız son teknoloji ürünlerini işletme alanında da sürdürüyoruz. Türkiye`de bir ilki gerçekleştirerek mevcut sayaçların yerine radyo frekanslı sayaç sistemine geçiyoruz. Derince`de pilot bölge uygulamasının ardından Karamürsel`de uygulamaya başladık. Bu sistem ile vatandaşımızı rahatsız etmeyecek şekilde, hassas sayaç okumaları yaparak ve abonelerimizin okumaya dayalı şikayetlerini azaltarak daha hızlı hizmet vereceğiz. Aynı zamanda Kurum olarak Türkiye`deki su ve kanalizasyon idareleri içinde sınıf atlayacağız.` dedi.

İSU, kısa sürede 524 bin abonesini bu sisteme geçirmeyi hedefliyor. Bu sistem sayesinde yüzlerce kişinin bir ayda okuduğu sayaçlar, birkaç kişi ile abonelerin sayaçları kısa sürede okunarak faturalandırılacak. Öte yandan, yatak odalarında ve görünmez yerlerde olan sayaçların okuma zorluğu de ortadan kalkacak. Sistem, bozuk olan sayaçları da hemen görevliye bildirilerek kayıp kaçağın önüne geçilecek. (CİHAN)

Türkiye`de bir ilk: Kocaeli`de su sayaçları radyo frekansı ile uzaktan okunacak

AB UZMANLIĞI

Türkiye`nin Avrupa Birliğine uyum süreci, özel sektör ve KOBİ`lerde AB uzmanı ihtiyacını doğurdu. Türkiye AB`ye girse de bu alanda çalışanlara ihtiyaç duyacak. Bu yüzden AB uzmanlığı `önümüzdeki 10 yılın en gözde alanı` olarak görülüyor. AB uzmanları sadece Devlet Teşkilatı ve Dış İşleri Bakanlığı`nda değil aynı zamanda özel sektörde de aranan kişiler haline geliyor.

YÖNETİM BİLİŞİM SEKTÖRÜ

Bu alanda çalışanlar bilgisayar programlama sistem tasarımı, veri iletişimi, organizasyon, ekonomi pazarlama, finans gibi konularda eğitiliyorlar. Mezunlar, kuruluşların insan kaynakları, işletme ve bilgisayar, organizasyon, pazarlama ve finanas hizmetlerinde üst kademede çalışabilirler.

ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ

İnsan, bilgi, malzeme, ekipman ve süreçlerin kullanılması , geliştirilmesi ve yönetimi ile ilgilenen endüstri mühendisliği çağın tercih edilen meslekleri arasında yerini alıyor. Bölümün mezunları bilgi işlem uzmanlığı, makine üretim sektörleri ve bilgisayarın mevcut olduğu alanlarda iş bulma imkanına sahiptirler.

ENFORMATİK

Bu alanda çalışanlar işletme içinde gerekli bilgi akışının düzenlenmesi, işlenmesi ve yönetime yararlı hale getirilmesi için gerekli yazılım ve donanımla ilgilenirler. Mezunlar, işletmelerde, bilgisayarın kullanıldığı tüm birimlerde , muhasebe, finans, bütçe pazarlama bölümlerinde bilgi akışının düzenlenmesi gibi alanlarda çalışabilirler.

ERGONOMİ MÜHENDİSLİĞİ

Modern Ergonomi dalında çalışanların verimliliğini arttırmayı hedefleyen bu dalda mühendisler ergonomik ortamlar hazırlar.Bölümün mezunları finans kurumları ve endüstri kuruluşlarında çalışabilirler.

ULUSLARARASI FİNANS

Bu sektörde uluslarası finans piyasalarından kaynak sağlayıp bunu en verimli ve etkin şekilde yatırıma dönüştürmeye gayret eden, banka, sigorta ve borsa şirketlerinde yönetici olarak çalışabilecek kişilerdir. Türkiye`de faaliyet gösteren uluslarası şirketlerde finansal analist, strateji planlama yöneticisi ve borsa uzmanı olarak çalışabilirler.

FİZİK TEDAVİ UZMANLIĞI

Ortalama yaşam beklentisinin arttığı günümüzde yaşam kaliteside ön plana çıkan değerler arasında. Yaşamı daha da kaliteli hale getiren branşlardan biri de fizik tedavi uzmanlığı. Derslerdeki başarının yanı sıra fiziksel olarak da bazı koşulların arandığı bu alan rahat bir gelecek vaat ediyor.

İNTERNET GAZETECİLİĞİ

Gelişen çağın teknolojileriyle birlikte yıllardır varolan gazetecilik mesleği de yeni bir boyut kazandı. Bu yeni gazetecilik anlayışına doğru hızlı şekilde yol alan internet gazeteciliği ve yayıncılığı mezunları gazetelerde, ajanslarda, haber sitelerinde, radyo ve televizyonlarda editör yada muhabir olarak çalışma imkanı buluyorlar.

GIDA MÜHENDİSİ

Günümüzde tüketicilerin hijyen standartları yüksek ortamlarda üretilmiş ürünlere olan talep fazlalığı gıda mühendislerine olan ihtiyaçları arttırmıştır. yağ teknolojisi, meyve-sebze teknolojisi, hububat teknolojisi, süt teknolojisi, et teknolojisi gıda maddelerinin ambalajlanması, duyusal analiz, temel işlemler, moleküler biyoloji, mikrobiyoloji alanlarında eğitim alan öğrenciler gıda labaratuarlarında, gıda üretim tesislerinde kolaylıkla iş bulma imkanına sahipler.

ELEKTRONİK HABERLEŞME MÜHENDİSLİĞİ

Bu alandaki kişileri İletişim sistemlerinin ve her türlü elektronik aletin tasarımı, üretim teknolojisi, çalışma ilkeleri, yapımı ve işletilmesi ile ilgili alanlarda çalışırlar. Elektronik ve haberleşme mühendisleri, ulusal ve çok uluslu şirketlerde , radyo-tv yayını ve internet hizmeti ile ilgili kuruluşlarda , bilişim teknoloji şirketlerinde, sağlık sektöründe mühendislik kuruluşlarında , gerek araştırma geliştirme gerekse üretim ve pazarlama birimlerinde rahatlıkla iş bulabilmektedirler.

MEKATRORİK MÜHENDİSLİĞİ

Mekatronik mühendisi, mekanik, elektrik, elektronik, bilgisayar ve bilgi teknolojilerinin bir arada kullanılarak endüstriyel ürünlerin tasarımı ve üretimini planlıyor. Mezunlar çeşitli ürünlerin tasarımında ve imalatında yardımcı eleman olarak çalışabiliyorlar. Öte yandan bakım, onarım, arıza giderme gibi alanlarda da çalışmaları mümkün.

MOLEKÜLER BİYOLOJİ VE GENETİK

Genel çalışma alanı biyolojik olayların molekül yapısı ve hücre işlevlerinin araştırılması.Tarım çevre ve orman bakanlığı`na bağlı kuruluşlarla adli tıp ve kriminoloji labaratuvarı iş imkanı sağlıyor. Özel sektörde sağlık ve biyoteknolojik çalışma yapan kurumların çeşitli üretim aşamalarında moleküler biyoloji ve genetik uzmanları tercih ediliyor.

PSİKOLOJİ

Psikoloji Türkiye`de oldukça hızlı gelişen bir meslek dalı. Bölümün mezunları kamuoyu ve pazar oluşturma şirketlerinde rahatrlıkla iş bulabildikleri gibi özel muayenehaneler açarak da hizmet verebilirler. Psikoloji bölümü gelecektede çoğunluğun tercih ettiği bir meslek.

SERMAYE PİYASASI UZMANLIĞI

Bu kişiler ülkedeki menkul kıymetleri yabancı yatırımcılara pazarlayan uluslararası sermaye piyasa uzmanlarıdır. Ülkeye Finansman sağlarlar. İktisat ve işletmeyle birlikte muhasebe, finans, pazarlama ve diğer sosyal bilgiler dallarındaki yetenekleri, meslekleri açısından önemlidir.Türkiye`de sermaye piyasalarının gelişmesiyle öne çıkan bu meslek gelecekte çok önemli olacak.

TÜM DEVRE TASARIM VE ÜRETİM UZMANLIĞI

Üniversitelerin elektronik mühendisliği bölümünde okuyanların üçüncü yılından sonra seçtikleri mikro elektronik bölümünde `tüm devre tasarımı ve iyon ekme tekniği` konularında eğitim veriliyor. Mezunların TÜBİTAK ve üniversiteler dışında çalışma alanı kısıtlı. Ancak dünyada önü oldukça açık. Bu alanda eğitim alan Türk mühendisler yurt dışında cazip koşullarla çalışma imkanı buluyorlar.

GÖRSEL İLETİŞİM TASARIMI

Jenerik çekmekten, paket tasarımı yapmaya kadar geniş bir çalışma alanı burası. Yaratıcılığın teknolojiyle buluştuğu bu alan görsellikle ilgili bir çok yerde iş sahasına sahip. Tasarımcılar; iletişim medya ve reklamcılık alanlarının yanı sıra bilgisayar destekli grafik tasarımı ile de uğraşabiliyor.Bölüm öğrencileri mezun olmadan iş teklifleriyle karşılaşabiliyor.

ULUSLARARASI İLİŞKİLER

Farklı ülkelerle profesyonel platformlarda sürdürülen ilişkiler uluslararası ilişkiler uzmanlarına duyulan ihtiyacı arttırıyor. Öğrencilere verilen yabancı dil eğitimleri de bu mesleği daha da ilgi çekici kılıyor. Bölümün mezunları çok uluslu şirketlerde çalışabilecekleri gibi, özel sektörde de kolaylıkla iş bulma imkanına sahipler.

YAZILIM MÜHENDİSLİĞİ

Bu alandaki kişiler bankacılık, otomotiv telekomünikasyon vb. sektörler olmak üzere her alanda kullanılan bilgisayar sistemlerinin, yazılım tasarımını hazırlayıp sisteme entegre ederler. Özel sektörde ve kamu sektöründe çalışmaktadırlar. Fikir üretimine dayalı bir iş olduğundan yazılım mühendislerinin kendi işlerini kurma olanakları da mevcuttur.

Tarih`in en kötü icatları

İngiltere`de yayınlanan bir kitapta tüm zamanların en başarısız icatlarını bir araya topladı. Kitapta yer alan başarısız icatlardan bazıları amatör mucitlerin eseri, bazıları ise büyük şirketleri milyonlarca dolarlık zarara sokan yenilikler.

İşte bu icatlardan bazıları :

Sandalyeden Uzay Mekiği: 1500`lü yıllarda Çinli bir memur olan Wan Hoo, kendi tasarladığı roketli hasır sandalyeyle Ay`a ulaşmayı denedi. Hoo, 47roket bağladığı sandalyeye oturdu ve yardımcılarına roketleri ateşlemeleri emrini verdi.

Roketler ateşlendiğinde büyük bir patlama yaşandı. Ardından üretilen mitlerde Hoo`nun uzayda yaşadığı söylendi ama yapılan araştırmalar talihsiz mucidin parçalara ayrıldığını ortaya koydu.

Ereksiyona çareyi hayvan testislerinde arandı: 19`uncu yüzyılda henüz testesteronun bilinmediği dönemlerde, Dr. Charles-Edourd Brown-Sequlard, ereksiyona çare olacağını düşündüğü, domuz ve köpek testislerinden hazırladığı bir karışımı kendisine enjekte etti.

Sequlard, hazırladığı karışıın sayeseinde uzun yaşayacağını ve cinsel potansiyelinin artacağını düşünüyordu ama karışım hiç bir işe yaramadı.

Paraşüt Ceket: Uçan Terzi lakabı takılan Fransız Franz Reichelt, kendi tasarımı olan paraşüt ceketin ilk denemesi için 1912 yılında Eiffel Kulesi`ne çıktı.

İşler planladığı gibi gitmeyince, toplanan büyük kalabalık mucidin büyük başarısına değil ölümüne tanık oldular.

Uçan Araba: Wright Kardeşler`in 1903`teki başarılı uçuşununh ardından, Waldo Waterman adlı bir Amerikalı mucit uçan araba yapma işine girişti. 1930`lu ve 40`lı yıllarda süren uzun çalışmaları sonunda `Chitty Chitty Bang Bang` adını verdiği aracı üretmeye başardı. Waterman, 6 metre uzunluğundaki ve saatte 180 kilometre hıza ulaşan arabası ile California`dan Ohio`ya uçmayı başardı.

Başarılı testlere rağmen yaşanan teknik aksaklıklar ve uçuş yasaları nedeniyle, Chitty Chitty Bang Bang ticari üretime hiç bir zaman geçemedi.

Anti-tank köpekler: II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet Ordusu, Almanlar`ın güçlü tanklarına karşı zor durumda kaldılar. Bu duruma çare üretmeye çalışan Rus mühendisler ilginç bir yol denediler.

Sovyet ordusu aç bırakılan köpeklere, yemeklerini tankların altında bulmayı öğretti. Daha sonra patlayıcı bağlanan hayvanlar savaş alanına salındılar. Ancak köpekler, yemeklerini uzaktaki Alman tanklarından çok yakınlarındaki Sovyet tanklarının altında arayınca, Kızıl Ordu`nun kayıpları Naziler`den çok oldu.

Betamax: Teknoloji devi Sony, tarihindeki en büyük mali kayıplardan birini Betamax video formatı ile yaşadı. 1975`te geliştirilen Betamax, bir yıl sonra piyasaya çıkan VHS karşısında tutunamadı.

1975 yılında video pazarının tamamını elinde bulundurun Sony, 1981`de ancak yüzde 252ine sahipti.

TWIKE: 1980`lerin ortalarında, üç tekerlekli, pedallı bir araç olan TWIKE, şehir içi ulaşımda devrim yapacağı iddiasıyla tanıtıldı. 90`lardaki motorlu versiyonu saatte 85 kilometre hıza ulaşabiliyordu.

İlk bakışta iyi bir fikir gibi görünse de, aracın üreticisi isviçreli firma saadece 2 bin adaet TWIKE satabildi.

ntvmsnbc

Fujifilm 3 boyutlu fotoğraf çekiyor

FinePix Real 3D adı verilen fotoğraf makinesi 3 boyutlu fotoğraf çekebiliyor. Eylül ayında satışa sunulacak olan ürünün yurtdışında 600 dolardan piyasaya sürüleceği açıklandı.

Çekilen fotoğrafları basabilmek ya da fotoğraflara bakabilmek için özel donanım ya da dijital çerçeveye ihtiyaç duyulacak. Cihazın en önemli özelliği ise iki adet merceğe sahip olması. İlginç bir görüntüye sahip olan ürünün ülkemizede satılıp satılmayacağı şimdilik bilinmiyor.

KoçSistem krizde büyüdü

Koç Bilgi Grubu Genel Müdürü Mehmet Nalbantoğlu, KoçSistem`in 2009 yılının ilk yarısında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 30`un üzerinde büyüdüğünü bildirdi. Nalbantoğlu, 2008`de bir önceki yıla göre yüzde 7,6 büyüme kaydeden bilgi teknolojileri hizmetleri pazarının, 2009`u yaklaşık yüzde 2 küçülmeyle kapatacağının tahmin edildiğini kaydetti. Nalbantoğlu, Türkiye`de ise, sektör temsilcilerinin, 2009 yılında bilgi teknolojileri hizmetleri pazarının yaklaşık yüzde 8 küçüleceğini öngördüklerini ifade etti.

25 bin dolarlık cihazın yerlisini yaptılar

Kocaeli Üniversitesi(KOÜ) Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı ile Lazer Teknolojileri Araştırma ve Uygulama Merkezince(LATARUM) kornea bozukluğu olan keratokonus tedavisinde kullanılmak üzere geliştirilen, 25 bin dolarlık crosslinking cihazı, 3 bin 500 dolara imal edildi.

Yapılan hayvan deneylerinde olumlu sonuç elde edilen cihaza patent alınması halinde hastalarda kullanılabileceği, sıklıkla gençlerde görülen ve körlük derecesine kadar ulaşabilen keratokonus tedavisi için yerli cihaz üretiminin akademik çevrelerce önemli bir gelişme olarak değerlendirildiği bildirildi.

LATARUM Müdürü, KOÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü Yüksek Enerji ve Plazma Fiziği Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Arif Demir, yerli crosslinking cihazının üretiminin bölümlerarası işbirliğine güzel bir örnek olduğunu belirterek, Göz Anabilim Dalı`ndan gelen talep doğrultusunda, yaklaşık 1 yıl süren çalışmalar sonucu cihazı geliştirdiklerini söyledi.

Crosslinking cihazının belirli güç ve spot çapında UV-A ışık ürettiğini ifade eden Demir, 3 megawat/santimetrekare çapında UV-A ışığı üreten cihazda, patentli olanından farklı olarak enerji düzeyinin 1 miliwatt`tan 10 miliwatt`a kadar ayarlanabildiğini, uygulama sırasında görüntü kaydı yapılabildiğini kaydetti.

Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Bülent Çüçen ise keratokonusun korneanın ilerleyici incelme ve sivrileşmesiyle oluşan bir hastalık olduğunu belirterek, kanuni görme sınırının altına, körlük düzeyine kadar görmeyi indirebilen hastalığın ilk evrelerinde kontak lens tedavisi uygulandığını, ileri aşamalarda kornea içi halka ve son evrelerinde de kornea nakli bile uygulanabildiğini dile getirdi.

Crosslinking cihazıyla UV-A ışığı ve Riboflavin(VİT B2) solüsyonu kullanılarak hastalığın ilerlemesinin durdurulduğunu ifade eden Çüçen, şu bilgileri verdi:

``Crosslinking cihazının tedavide kullanımına ilişkin hazırladığım bir sunu üzerine bölümde Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yusuf Çağlar ve diğer hocalarımızla konuşurken UV-A ışık kaynaklarının piyasada yaygın olarak kullanıldığını düşündük. Elimizdeki lazer pointerler bile UV-A ışık kaynaklarına örnek. Bu cihazı tasarlayabileceğimiz fikrini ortaya attık. Fikrimizi LATARUM Müdürü Prof. Dr. Arif Demir ile paylaştık, kendisi de fikrimizi destekledi ve yerli Crosslinking cihazı üretimi projesine başladık. Bu bir ürün geliştirme projesidir. Patentli cihazdan farklı olarak üzerine enerjiyi ayarlayabilme özelliği ve kamera sistemi ilave ettik.``

Üretilen cihazın patentli cihazda olduğu gibi tedavi normlarına uygun olduğunu ancak patenti olmadığı için hastalara uygulayamadıklarını bildiren Çüçen, cihazı hayvan deneylerinde kullandıklarını, patentli cihazla yeni geliştirdikleri cihazın karşılaştırmasında, yerli Crosslinking cihazında göz üzerine uygulanan ışığın dağılımının daha düzgün çıktığını tespit ettiklerini kaydetti.

-CİHAZIN MALİYETİ-

Türkiye`de İtalyan ve İsviçreli firmalarca satılan iki patentli Crosslinking cihazı bulunduğuna işaret eden Bülent Çüçen, şöyle devam etti:

``Hastanemizde de patentli olarak İsviçre`den ithal ettiğimiz cihazı kullanıyoruz, bu cihazı 24 bin dolara aldık. Yerli cihazı da son derece kaliteli malzeme kullanarak toplam 3 bin 500 dolara imal ettik. Yılın ilk aylarında aldığımız patentli cihazla 20 hastayı tedavi ettik, en az 20 hasta daha sırada bekliyor. Bu hastalık bizim için çok önemli, haftada iki hasta müracaat ediyor. Kocaeli`nin yanı sıra Sakarya, Düzce, Bolu ve Yalova`dan genellikle genç, görmeleri ciddi düzeyde azalmış hastalar geliyor.

Üniversitemizde tedavinin maliyeti, piyasada en uygun yapan yerlerden biri olmamıza rağmen kullanılan solüsyonla birlikte 1200 TL civarında. Bazı özel merkezlerde bu işlemin tek göze 1000 avro ile 3000 avro arasında değişen fiyatlarla uygulandığını biliyoruz. Cihazın bize maliyeti 3 bin 500 dolar, patent almamız halinde bu cihazın yayılması, tedavinin devlet hastanelerinde uygulanır hale gelmesi ekonomik açıdan hastaya fayda sağlayabileceği gibi, ciddi bir sağlık problemini de ortadan kaldıracaktır.``

Çüçen, yerli Crosslinking cihazının Kocaeli Sanayi Odası`nca düzenlenen Uluslararası Buluş Yarışmasında lazer teknolojileri üzerine geliştirilen cihazları kapsayan ``Fotonik Tema`` ödülünü de aldığını sözlerine ekledi.

DHL geleceğin trendlerini açıkladı

Deutsche Post DHL bir yıldan beri süren çok kapsamlı araştırmasıyla 2020 yılındaki küresel, ekonomik, teknolojik, lojistik, çevre ve toplum alanındaki trendleri ve değişen müşteri ihtiyaçlarını ortaya koydu. Deutsche Post DHL`in yaptığı ve Türkiye`den altı büyük ölçekli şirketin de katıldığı `Yarına Ulaşmak, 2020 ve sonrasında Müşteri İhtiyaçları` adlı çalışma yayınlandı. 2020 ve hatta sonrasının trendlerini gösteren bu çalışma kapsamında küreselleşme, ekonomi, teknoloji, lojistik, çevre ve toplum gibi konularda uzman görüşlerine ve analizlere yer verildi.

Söz konusu çalışmada 2020 yılı için yeni öngörüler bulunuyor. `Küresel gelişmeler: dünya ekonomisi büyüyor` başlığı altındaki tahminlere göre iklim değişimi gelecekte en önemli konulardan biri haline gelecek ve `yeşil` ürün ve hizmetlerin kullanımı artacak ve geri dönüşümlü enerji üretimi için başlangıç noktası olacak. Dünya çapında ekonomik farklılıklar gittikçe büyüyecek. Sosyal anlaşmazlıklar artacak bu durum da güvenlik harcamalarında artışa neden olacak. Çin, ekonomik büyümenin tartışmasız lideri olacak ve dünya teknoloji liderleri sıralamasında yerini alacak.

`Yeni müşteriler: yeni ihtiyaçlar, beklentiler, davranışlar` başlığı altındaki tahminlere göre ise gelecekte internet, dünya çapında müşteri beklenti ve davranışlarını değiştirecek. Bireyselleşme, şeffaflık, uygunluk ve hız gibi konulara odaklanılacak. Çevreye dost düşünce ve dikkatli tüketim satın alma davranışlarını da önemli derecede etkileyecek. Rahatlık, konfor ve sadelik ana istekler haline gelecek. Yüz yüze iletişim iletişimdeki önemini koruyacak.

`Lojistikte değişim: yeni model endüstri` başlığı altındaki tahminler ise şu şekilde: Lojistik endüstrisi trendleri belirleyen bir pozisyona gelecek. Ortak girişimlerde ve `yeşil` taşımacılıkta yeni standartlar ortaya koyacak. `Offshore` ve `outsourcing` yeni olanaklar yaratacak ve değer zinciri lojistik ile ilgili tüm hizmet konularında genişleyecek. Lojistik sağlayıcılar danışman firmalar konumuna gelecek; bütünleyici hizmetler katma değer sağlayacak.

Stockholm`deki Dünya Forumu`nda çalışmanın resmi sunumunu yapan Deutsche Post DHL CEO`su Frank Appel, `Çalışma sonuçları bize, sürdürülebilirlik, eğitim ve sosyal sorumluluk gibi konuların gelecekte daha fazla önem kazanacağını gösteriyor. GoGreen ve Teach First Today (Önce Eğitim) gibi programlarımızla, kendimizi şimdiden geleceğin rekabet ortamı için hazırlıyoruz.` dedi.

`Yarına Ulaşmak - 2020 ve Sonrasında Müşteri İhtiyaçları` araştırması Haziran 2008 ile Haziran 2009 arasında yapıldı. Geleceğe yönelik 81 adet tez geliştirildi ve bu tezler katılımcılar tarafından tartışıldı. Bu araştırmaya dünyanın dört bir yanındaki prestijli uluslararası şirketlerin CEO`ları, ekonomist ve fütürologların yanı sıra, lojistikçiler ve çeşitli sektörlerden seçilen müşteriler tarafından sağlanan uzmanların da içinde olduğu toplam 900 kişi katıldı.

Çalışmaya Türkiye`nin de önde gelen altı büyük ölçekli şirketinden üst düzey yöneticiler dahil oldu. Araştırma 1950 yılından bu yana kullanılan Delphi metodolojisi ile gerçekleştirdi. Çok basamaklı değerlendirme süreçlerini içeren Delphi çalışmasında katılımcılara değişik tezler sunuluyor ve bu tezleri değerlendirmeleri isteniyor. Bu sistematik yaklaşım sayesinde Delphi diğer araştırma metotlarına göre çok daha net ve tutarlı sonuçlar veriyor.

Bu çalışmada en fazla öne çıkan konular ise iklim değişikliği, günden güne gelişen internet ağının etkisi ve lojistik endüstrisinin büyüyen önemi oldu.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE CO2 AZALTMA

Çalışmaya göre iklim değişikliği şimdiden insanlığın karşı karşıya kaldığı önemli sorunlardan biri olarak görülüyor. Delphi çalışması, gelecek yıllarda bir mal ya da hizmet satın alırken dikkat edeceğimiz tek noktanın marka, kalite ve fiyat olmayacağını gösteriyor. Çalışmaya göre gelecekte, satın alacağımız ürün ve hizmetlerin çevreye olan etkisi büyük bir rol oynayacak.

Konu hakkında konuşan Frank Appel, `Bugün bir reçel kavanozunun etiketinde kaç kalori olduğuna dair bir bilgi bulunuyor. Ancak 2020`lere gelindiğinde etiketlerde, büyük bir olasılıkla aynı zamanda o ürünün üretimi ve dağıtımı sırasında ne kadar karbon salınımı yaptığı bilgisini de görüyor olacağız.` dedi.

Tüketiciler, çevre dostu ürün ve servisler için bir miktar fazla ödeme yapmaya gönüllü olacaklar. Artan bu bilinç sonucu ise ürün ve servis sağlayıcıları rekabet güçlerini artırmak için çevreye karşı duyarlı politikalar geliştirmek durumunda kalacaklar.

LOJİSTİK ŞİRKETLERİ ÖNDEN GİDECEK

Ekonomik krize rağmen Delphi çalışması, politik ve sosyal sistemde herhangi bir büyük çalkantı öngörmüyor. 2020`de dünyada hala pazar ekonomisi geçerli olacak. Ülkeler ve şirketler arasındaki büyüme, refah ve kaynak rekabetleri devam edecek. Üretimde dış kaynak kullanımına karşı olan eğilim devam edecek ve birçok şirket rekabetçiliğini koruma arayışı kapsamında global değer zincirine bakacak.

Öte yandan Delphi çalışması, şirketlerin aynı zamanda daha önce hiç olmadığı kadar işbirliğine yapmak ve birbiri ile daha yakın çalışmak zorunda kalacağını tahmin ediyor. Bu değişimin öncülüğünde lojistik sektörü bulunacak ve diğer sektörler onu takip edecek. Yüksek enerji fiyatları ile mücadele edebilmek için lojistik şirketleri, ortak kullanılan ağların inşasına ve işletmesine hiç olmadığı kadar fazla yatırım yapacak.

Appel bu konuda ise `Lojistik sektörünün gelecekte mümkün olduğunca çevreci olması bizim stratejik hedeflerimizden biridir. DHL olarak örneğin şimdiden karbon salınımını nötralize eden ürünler sunuyoruz. Ayrıca spesifik emisyon azaltma hedefleri açıklayan ve bu kapsamda iklim koruma programları geliştiren ve uygulayan ilk taşımacılık şirketiyiz. Bu anlamda zaten doğru yoldayız. Ancak Delphi çalışması bize, 2020 yılında birçok rakibimizin izimizden geleceğini gösteriyor. Bu nedenle ilerlemek ve en önde kalmak için yeni yollar bulmak zorundayız` şeklinde konuştu.

İNTERNET ÜZERİNDEN ÇALIŞMAK - HER ZAMAN HER YERDE

Çalışma sonuçlarına göre 2020`de müşteriler bütün ürün ve hizmetlere anında ulaşmak isteyecekler. Bunun sonucunda tüketiciler tedarikçilerden gerçek zaman konusunda daha fazla saydamlık ve daha detaylı bilgi talep edecek. Bu da interneti her zamankinden daha önemli bir hale getirecek.

2020`de dünya nüfusunun önemli bir bölümü - özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde - neredeyse sürekli olarak online olacak. Üç milyarı kişinin işlerini sadece internet üzerinden yapacağı öngörülüyor. Bu durum sadece ticarette değil hayatın bütün alanlarında büyüyerek devam edecek. Sürekli ulaşabilirlik ve esneklik talebi giderek aratacak.

Her ne kadar terörist saldırılar ve küresel ölçekte yaşanan salgın hastalıklar gelecekte de tehdit olarak görülse de, bu tip senaryoların finansal ve teknolojik yatırımlarla kontrol altında tutulacağına inanılıyor. Bu giderek artan dünya nüfusu için de geçerli olacak.

Asya`dan ankete katılanlar, devletin yaptığı nüfus kontrolü sonucu nüfus büyümesinin kontrol altına alınacağını ve dünya nüfusunun yedi ile sekiz milyarın arasında bir seviyede tutulacağını düşünse de dünyanın kalan kısmı aksine nüfusun ve buna bağlı olarak kaynak tüketiminin giderek artacağını düşünüyor. `Bununla birlikte uzmanlarımız genellikle iyimserdi` diyen Frank Appel, uzmanların ayrıca gelecekte yaşanacak bu tip zorlukların pazar ekonomisiyle kontrol altında tutulacağına inandıklarını aktardı.

Piramitlerin sırrı teknoloji ile çözüldü (İZLE)

Piramitlerin nasıl inşa edildiğini merak ediyor musunuz? Sorunun yanıtı 3 boyutlu videomuzda gizli..

Piramitler nasıl inşa edildi? Bu soru yüzyıllardır bilim adamlarının, tarihçilerinin kafasını kurcalıyor ve herkes bu sırrı öğrenebilmek için uğraşıyor. Uzaylılardan tutun da kayıp kıta Atlantisin teknoloji olarak çok ileri halkına kadar bir çok teori üretiliyor. Bu teorilerden hiçbiri, birazdan izleyeceğiniz videoda yer alan 3D modelleme kadar ayakları yere basan bir teori değil.

Mimar Jean-Pierre Houdin tarafından yürütülen ve tamamlanması yıllar süren çalışma sonunda geçtiğimiz hafta Türkiye ofisini açan Dassault Systemes firmasından Mehdi Tayoubinin yönettiği ekibin de yardımı ile 3D modellenerek görselleştirilmiş ve analiz edilmiş oldu.

Videoda izleyeceğiniz 3D modelleme CATIA yazılımı kullanılarak, DS partnerlerinden `Gehry Technologies` tarafından geliştirilen modüller ile yapılmış. Piramidin sırrının merkezini teşkil eden kral odasının analizleri SIMULIA ile yapılmış. Blokların taşınması sırasında çalışacak ekiplerin ergonomi analizleri ve blokların planlanan alan içinde taşınabileceğinin analizleri DELMIA ile gerçekleştirilmiş.

Piramitlerin sırrı teknoloji ile çözüldü!

Teknoloji Ödülleri Sahiplerini Buldu!

Her yıl geleneksel olarak düzenlenen ve bu yıl 8.cisi gerçekleşen Teknoloji ödülleri Sabancı Center`da düzenlenen bir ödül töreniyle sahiplerini buldu. LOGO, Unity on Demand ürünü ile `Yenilikçi Teknoloji Ürünü` ödülüne layık görüldü.

IBM tarafından 2005 yılında `Yenilikçi Açık Mimari Çözümü` ödülünü alan Unity on Demand, Türkiye dışında LOGO`nun faaliyet gösterdiği diğer ülkelerdeki firmalar tarafından da kullanılmaktadır.

TUSİAD, TÜBİTAK ve TTGV tarafından düzenlenen ve her yıl 41 projenin başvurduğu, 26 finalistin yer aldığı Teknoloji ödülleri; `mikro`, `küçük`, `orta` ve `büyük ya da bağlı` olmak üzere 4 ana kategoride gerçekleşiyor. Her kategori için hem ürün hem de yenilik/teknoloji başlıklarında değerlendirmeler yapılıyor.

UNITY ON DEMAND ÜRÜNÜ

LOGO`nun ödüle layık görüldüğü `Unity on Demand` LOGO`nun büyük kuruluşlardan küçük işletmelere kadar ölçeklenebilir, farklı kategorilerdeki firmaların bir eko sistemde çalışabileceği bir ERP ürünü.

Unity on Demand, çok katmanlı ve servis odaklı mimarisi (SOA), çoklu platform desteği ve %100 Java dilinde geliştirilmiş olmasıyla; kurumların BT kaynaklarını ve altyapısını en etkin ve ölçeklenebilir şekilde kullanarak, gelişen ihtiyaçları tek tip donanım, işletim sistemi ve uygulamaya bağlı kalmaksızın karşılıyor. Bu sayede de, kullanıcıların toplam sahip olma maliyeti kalite ve performanstan ödün verilmeden ideal noktaya çekiliyor. Unity on Demand`ın klasik ve yaygın olarak kullanılan ERP ürünlerine göre en önemli avantajı ise mevcut yatırımın korunmasını ve en etkin şekilde kullanılmasını sağlamak.

Süreç odaklı bir ERP platformu olan Unity on Demand çeşitli dil ve takvim sistemlerini destekleyebilmekte, diğer sistemlerle entegre olabilmekte, kendi uyarlama aracı LOGO Platform Tailor ile arayüz ve işlevleri kolaylıkla uyarlanabilmektedir.

Fotoğraf çeken akıllı kumaş

Massachusetts Institute of Technology`de görevli bilim adamlarının geliştirdiği ışığa duyarlı fiber optik kumaş, çevredeki yansımaları merkez bilgisayara ileterek görüntü haline gelmesine imkan tanıyor. Bu görüntüler, takılacak özel bir vizörden de izlenebiliyor.

Bilim adamları test çalışmasında, ışık kaynağı ile fiber kumaş arasına, ``Gülen Surat - :)`` resmi yerleştirdiler ve bu özel kumaşı, elektriği yükselten bir amplifikatöre ve bilgisayara bağladılar. Fiber kumaş ışık yoğunluğunu algılayarak bunu elektrik sinyallerine çevirdi ve bu sinyalleri alan bilgisayar da özel bir algoritma ile siyah beyaz görüntü oluşturdu.

Henüz ilk aşamada olan çalışma, teknolojinin de imkanları ile geliştirilerek çok çeşitli uygulamalar için de kullanılabilecek. Ürün ticari olarak piyasa sürüldüğünde, örneğin askerler, savaş sırasında arkalarından gelebilecek tehlikeyi özel bir vizör ile görebilecek.

Proje, ABD Askeri Araştırma Ofisi, Ulusal Bilim Vakfı ve Savunma Bakanlığı İleri Araştırma Projeleri Ajansı (DARPA) tarafından destekleniyor.

135 şirketin bilançosunda `yeşil filiz` aranacak

ABD`de bilanço sezonu açıldı. 135 şirket hafta boyunca ikinci çeyrek finansal sonuçlarını açıklayacak. Analistler ilk çeyreği başarıyla atlatan finans şirketlerinden daha çok bu kez reel sektör ve teknoloji şirketlerinin karlılıklarının daha önemli olduğunu belirtiyor. Kısacası, ekonomik verilerdeki toparlanma işaretlerinin şirket karlılıklarına ne kadar yansıdığına bakılacak. En kritik bilançolar ise şunlar olacak: Salı günü Intel, Goldman Sachs, Johnson and Johnson, Çarşamba günü Abbott Labs ve Gannet;, Perşembe günü JPMorgan Chase, Google, IBM ve Nokia, Cuma günü ise Bank of America, Citigroup.

İnternet iyidir ama doğru kullanılırsa`

UZMANLAR, suç olaylarının internet üzerinden artış göstermesi nedeniyle çocuğun interneti doğru kullanmasının önemine dikkat çekiyorlar. Gelişen teknolojinin güvenlik sorunlarını da beraberinde getirmesi,

UZMANLAR, suç olaylarının internet üzerinden artış göstermesi nedeniyle çocuğun interneti doğru kullanmasının önemine dikkat çekiyorlar. Gelişen teknolojinin güvenlik sorunlarını da beraberinde getirmesi, içinde bulundukları tehlikeden habersiz çocukları olumsuz etkiliyor. Yapılan araştırmalara göre ebeveynlerin birçoğu, çocuklarını sanal ortamda nasıl koruyacaklarını bilmiyor ve araştırmaya katılan ailelerin yüzde 65`i, çocuklarının internette güvende olduğunu düşünüyor. Ebeveynler tehlikenin farkında değil. Çocukların korunması için bilgisayarın ortak kullanım alanında bulunması, bilgisayarda internet içeriği konusunda korumaya yönelik filtreleme programlarının bulunması, çocukların internette kalma sürelerinin yaşlarına uygun bir şekilde sınırlanması, çocuğa iyi bir kullanıcı olmanın yollarının anlatılması, habersiz internet üzerinden alış-veriş yapmaması gerektiğinin öğretilmesi, internet kafe alışkanlığının azaltılması önemli görülüyor. (KÜLTÜR SERVİSİ)

Bilişim Zirvesi ile `Yeni Dünya`daki Yeni Yaşam`

7-10 Ekim 2009 tarihleri arasında TÜYAP Beylikdüzü Fuar ve Kongre Merkezi`nde düzenlenecek olan Bilişim Zirvesi`09`un bu yılki ana teması `Yeni Dünya Yeni Yaşam`.

Bilişim Zirvesi`09`da telekom, e-sağlık/tele sağlık, enerji, savunma ve yeni medya konferansları ile iş dünyasına yönelik iş çözümleri ve teknoloji oturumları yer alacak. Bilişim Zirvesi`09 kapsamında düzenlenecek `Genç Zirve` ise bu yıl yeni dünyanın gençlerini biraraya getirerek, gençlerin fikirlerini ve projelerini yarıştıracak.

2000 yılından bu yana düzenlenen ve uluslararası bir etkinlik olarak sektöre ışık tutan `Bilişim Zirvesi`09, farklı sektörlerdeki iş ve bilişim profesyonellerini, sivil toplum kuruluşlarını, akademisyenleri, siyasileri ve üst düzey kamu yöneticilerini de ağırlayarak, bilişim kullanımını tüm iş dünyasının paylaşımına sunuyor. Interpromedya tarafından düzenlenen `Bilişim Zirvesi`09`un bu yılki ana sponsorluğunu ise Turkcell üstleniyor. 6 konferans ve 27 farklı oturumun düzenleneceği Bilişim Zirvesi bu yıl geçen senelerde de olduğu gibi, kamu, finans, üretim, telekom, sağlık, savunma, enerji, medya, eğitim, hizmet, perakende, lojistik ve bilişim sektöründen 5000`e yakın profesyoneli ağırlamayı hedefliyor.

Bilişim Zirvesi`09`u bu yıl katkılarıyla destekleyen kurumlar arasında TC Ulaştırma Bakanlığı, TC Sağlık Bakanlığı, Savunma Sanayi Müsteşarlığı(SSM) ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), Savunma Sanayi Üreticileri Derneği (SASAD), Tıp Bilişimi Derneği (TBD), Türkiye Bilişim Vakfı(TBV), Türk Elektronik Sanayicileri Derneği(TESİD) ve Tüm Telekomünikasyon ve İşadamları Derneği (TÜTED) gibi Türkiye`nin önde gelen kuruluşları bulunuyor.

Bilişim Zirvesi`nin, bu yılki yeniliklerinden ilki Yeni Medya Konferansı. Dijital teknolojinin gelişimiyle paralel değişen medya sektöründeki tüm yenilikler bu konferansta masaya yatırılacak: Son 20 yıldır büyük değişim yaşayan medya sektörünün, internet ve mobil teknolojilerin sunduğu olanaklardan nasıl etkilendiğinden, medyadaki içerik ve dağıtım işbirlikleri, etkileşimli iş modelleri gibi konulara kadarki tüm gelişmeler detaylarıyla irdelenecek. Bilişim Zirvesi`09 kapsamında gerçekleştirilen Genç Zirve bu yıl, iş hayatına adım atacak olan gençlerin bilişim teknolojileriyle oluşturdukları fikir ve projelerini tanıtabilecekleri, yarıştırabilecekleri ve sonrasında da geleceklerini oluşturabilecekleri bir ortam sunacak. Bilişim profesyonellerinin iş dünyası için geliştirdiği özel çözümlerin ele alındığı ve 27 farklı kategorisi olan İş Çözümleri ve Teknoloji Oturumları`na ise bu yıl yeni olarak Bütünleşmiş bilgiişlem stratejileri, bütünleşmiş iletişim, açık kaynak sistemleri, bulut bilgi işlem, gelişmiş interaktif çoklu ortam servisleri ve akıllı ev-ofis teknolojileri oturumları eklendi.

Teknolojik hırsıza şok baskın

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Hırsızlık Büro Amirliği ekipleri, Kadıköy`de meydana gelen hırsızlık olayları üzerine G.T (32) isimli şahsı takibe aldı.

Bir süre takip edilen zanlının Şişli`deki evine baskın düzenleyen polis G.K`yı yakaladı. Evinde yapılan aramada ise `sinyal bozucu` olarak bilinen Jammer aleti ile birlikte 4 adet laptop laptop ele geçirildi.

G.K`nın büyük bir eyleme hazırlandığı öne sürülürken, sorgusu tamamlanan zanlı adliyeye sevk edildi.

Sanatla Teknoloji Otoparkta Buluşacak

İSPARK otopark kültürünü yerleştirmek amacıyla, mega otopark projesi ile otoparkları yaşam merkezi haline getiriyor. İSPARK, Beyoğlu Cihangir`de yapımı devam eden ve tamamı zemin altında olan modern otoparkı Ekim ayında bitirmek için çalışmalarını sürdürüyor.

Çağdaş teknolojilerin kullanıldığı mega otopark, bölgede park ihtiyacının karşılanmasına katkı sağlayacağı gibi kültürel etkinliklerin de merkezi olacak. Otopark içine yapılacak sergi salonu, sanatseverleri buluşturacak.

Çalışmaları hızla devam eden modern otoparkın üstü ise yeşil alan olacak. Bu yeşil alanda ayrıca çocuk oyun parkları, basketbol sahası ve sosyal donatı alanları da bulunacak. Mega otopark, klasik otopark anlayışının dışında çağdaş kent kimliğinin dokusuna uygun olarak inşa edilecek.

İstanbul`a modern otoparklar kazandırmak için çalışmaların tüm hızıyla sürdüğünü belirten İSPARK Genel Müdürü Kadir Gurbetci, ` Trafiğin akışına katkı sağlayacak modern otoparkların yapımına devam ediyoruz. 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul`da hayata geçirdiğimiz önemli projeleri, yapacağımız yeni projelerle destekleyeceğiz. Önümüzdeki günlerde Merter`de de yeni bir yer altı otoparkının yapımına başlayacağız` dedi.

Toplam 3 bin metrekarelik alana yapılacak olan otoparkın içinde sergi ve fitness salonu ile sosyal donatı alanları da yer alacak. 313 araç kapasiteli otopark, klasik ve yarı otomatik (combi lift) sistemin birlikte kullanıldığı bir yapıya sahip olacak.

Koç Bilgi Grubu`nda istihdam sözü!

Koç Bilgi Grubu Genel Müdürü Mehmet Nalbantoğlu, KoçSistem`in 2009 yılının ilk yarısında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 30`un üzerinde büyüdüğünü bildirdi.

Nalbantoğlu, yaptığı açıklamada, Gartner`ın açıkladığı rakamlara göre, 2008`de bir önceki yıla göre yüzde 7,6 büyüme kaydeden bilgi teknolojileri hizmetleri pazarının, 2009`u yaklaşık yüzde 2 küçülmeyle kapatacağının tahmin edildiğini kaydetti.

Türkiye`de ise, sektör temsilcilerinin, 2009 yılında bilgi teknolojileri hizmetleri pazarının yaklaşık yüzde 8 küçüleceğini öngördüklerini ifade eden Nalbantoğlu, ``KoçSistem, 2009 yılının ilk yarısında, veri merkezi ve dış kaynak hizmetlerinde, geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 68 büyüdü. KoçSistem`in 2009`un ilk yarısında, geçen yılın aynı dönemine göre şirket genelinde büyümesi ise, yüzde 30`un üzerinde gerçekleşti`` diye konuştu.

Nalbantoğlu, sektördeki negatif trende rağmen kaydettikleri büyümenin ardında, nitelikli insan kaynağı, sistem yatırımları ve ``kullandığın kadar öde``yi kapsayan yenilikçi hizmet modellerinin önemli payı bulunduğunu söyledi.

KoçSistem`in, Türkiye`nin en büyük veri merkezinde, müşteri portföyünü oluşturan 150`yi aşkın şirkete, 2 binin üzerinde bilgi teknolojileri bileşeninin yönetimi konusunda hizmet verdiğini belirten Nalbantoğlu, kaydedilen büyümede etkili olan diğer unsurlara ilişkin olarak şunları kaydetti:

``2007`de, Türkiye`de toplam bilgi teknolojileri hizmetleri pazarının büyüklüğü, yaklaşık 759 milyon dolar olarak belirlendi. KoçSistem, IDC`nin 2008 yılı sonunda açıkladığı `Türkiye Bilgi Teknolojileri Hizmetleri Pazarı 2007` raporuna göre, bilgi teknolojileri hizmetleri gelirlerine göre yapılan sıralamada, Türkiye`nin en büyük 3 bilgi teknolojileri hizmet sağlayıcı şirketi arasında yer alıyor. KoçSistem`in müşteri portföyünün tamamına yakınını, Türkiye`nin en büyük 100 şirketi arasında yer alan şirketler oluşturuyor. Sürekli rekabet etmek, verimliliklerini artırmak durumunda olan bu şirketlerin, bu dönemde teknoloji yatırımlarında verimli kullanıma odaklanmaları, dış kaynak kullanımına olan talebi artırmıştır.``

`` BİLGİ TEKNOLOJİLERİNDE `SU FATURASI ÖDER GİBİ` ÖDEME``

Nalbantoğlu, KoçSistem`in müşterilerine sunduğu ``elektrik-su faturası öder gibi`` ödeme yaparak bilgi teknolojileri hizmeti almayı kapsayan dış kaynak hizmet modelinin, müşterilerine yatırım yapmadan, doğru hizmet alımıyla maksimum tasarrufu ve verimi elde etme imkanı verdiğini belirtti.

Mehmet Nalbantoğlu, ``Bilgi teknolojilerinde dış kaynak hizmeti kullanımı ile şirketler, yüzde 20`lere varan tasarruf avantajı elde ederek, verimlilik sağlayan ürün ve hizmetlere yöneliyorlar`` diyerek, böylece şirketlerin kendi çekirdek uzmanlık alanlarına ve stratejik konulara odaklanabildiklerini ve maliyet avantajı ile işgücünü daha etkin kullandıklarını anlattı.

KoçSistem`de toplam 1.300 kişinin çalıştığını söyleyen Nalbantoğlu, ``KoçSistem`de 2009 yılı sonuna kadar 500 kişiye istihdam sağlamış olacağız`` dedi.

Nalbantoğlu, 2009 yılında kurulan KoçSistem Ar-Ge Merkezi ile gelişime liderlik etmeyi amaçladıklarına işaret ederek, Ar-Ge ve Yenilik Merkezinde, 70`i aşkın Ar-Ge uzmanı kadrosuyla bilgi teknolojileri alanında araştırma, geliştirme ve yenilik çalışmaları yapıldığını sözlerine ekledi.

Koreli sanatçılardan teknolojiye `ince` bir eleştiri

Bu gerçeklik sanatçının eliyle halden hale bürünür. Freud, sanatçılar için `Yeryüzü ile gökyüzü arasında asla varamayacağımız gerçeklikleri bilirler ve bize gizemli kapılar açarlar.` derken çok haklı aslında. Öyle ki sanatçı o gizemli dünyadan devşirdiği gerçeklikleri kanatlandırır, bir tarafa salar. Taliplisi de eşiğine gelir, kendince nasiplenir. Yarım yüzyıl önce bir tarım ülkesiyken dijital teknolojinin merkezi haline gelen Kore`yi sanatçıların gözleri ve ruhu ile anlamaya çalışmak, Freud`un söz ettiği gizemli dünyanın içine gireceğinizin bir alâmeti. Peki, bu nasıl mı olacak? santralistanbul`da açılan ve günümüzdeki teknolojik hayatı çağdaş sanatçıların gözüyle anlatan `Farklı Bir Benzerlik: Denize Doğru` sergisiyle.

Koreli on sanatçının, video ve yerleştirme gibi işlerle ülkelerinin yaşadığı dönüşümü anlattığı sergi, son dönemlerde oldukça dikkat çeken Kore çağdaş sanatının emin adımlarla nasıl ilerlediğinin ipuçlarını da veriyor aslında. Sergide Bae Youngwhan, Hong Kyoung Tack, Jeon Joonho, Jung Yeondoo, Kim Kira, Lim Minouk, Lee Sea Hyun, Lee Yongbaek, Moon Kyungwon, Zin Kijong gibi sanatçıların işleri yer alıyor. Günden güne kabuk değiştiren bir ülkeyi sanat üzerinden anlamaya çalışmak farklı bir tecrübe olsa gerek.

`Farklı Bir Benzerlik Projesi`nin kısa bir öyküsü var. Proje, Türkiye ve Kore arasındaki dostluğun başlamasının 50. yıldönümü olan 2007 yılında Asya Çağdaş Sanat Forumu`nun, Seul ve İstanbul`da gerçekleşmek üzere bir kültür değişimi programı düzenlenmesiyle oluşturulmuş. `Ekonomik ve politik alanlar dışında pek fazla ilişkide olmayan bu iki ülkenin birbirlerini daha yakından tanıması, kültürlerini anlaması ve gelecekteki işbirliklerine bir ilk adım` olarak Koreli ve Türk sanatçılar bir araya gelmiş. 2008`in Aralık ayında Seul`deki, yeni çağdaş sanatlar merkezi Space Loop`ta gerçekleşen sergide Türkiye`den genç sanatçıların işleri Koreli sanatseverlerle buluşmuş.

OKYANUSTAN BİR DAMLA

Kore çağdaş sanatının büyük bir okyanus olduğunu söyleyen serginin küratörü Kim Jyeong-Yeon, `Bu okyanusu buraya taşımak imkânsız olduğundan bir sergiyle onu göstermeyi değil, ona akan on akıntıyı takip etmeyi tercih ettik. Kore`de modern sanat sahnesinde çalışan on sanatçının eserleri, gündelik hayatın yanı sıra tarih, toplum, siyaset, kültürdeki farklı anlayışların çözümünü de oluşturuyorlar. Bu on sanatçının eserleriyle engin denizi izleme fırsatı sunan sergi, Kore çağdaş sanatı, anlam ve değer çeşitliliğinin bir temsilini gerçekleştirecek.` diyor. Sergideki sanatçılardan Jung Yeondoo`nun Belgesel Nostalji adlı biraz uzunca videosu sanatçıların peşine düştüğü rüyaları, gerçek ve gerçek olmayan arasında düşünmemizi sağlıyor. Sanatçı videosunda sürekli değişen bir sahne dekoruyla filmlerin, fotoğrafların sakladığı gerçeklikleri ele veriyor. Jeon Joonho`nun serginin en büyük işi Kardeşler Anıtı, bir hikâyeden yola çıkarak hazırlanmış. Kore Savaş Anıtı`nda yer alan Kardeşler Anıtı, Doğu-Batı çatışmasına da gönderme yaparak sıcak bir kardeşliği arıyor. Lim Minouk ise her gün yollarda karşılaştığımız sıradan panoları ve onlarla kurduğumuz bağı irdeliyor. Lee Yongbeak`ın çalışması da bir hayli ilginç. Aynaların peşinde dolanan sanatçı, monitörlerde kırılan bir aynadan ve onun yüzeyinde oluşan gözyaşı gibi su parçacıklarından hareketle gerçek ve sanal arasındaki sınırı sorguluyor.

`Farklı Bir Benzerlik: Denize Doğru` sergisi, 30 Temmuz`a kadar santralistanbul Galeri 1`de pazartesi hariç her gün 10.00–20.00 arası görülebilir. Bu arada hatırlatalım santralistanbul mart ayından itibaren ücretli olmuş. Biletler tam 7,

Otomotiv Teknoloji Platformu kuruldu

Teknolojiden uzak kalmak istemeyen Türk otomotiv sanayi, Otomotiv Teknoloji Platformu`nu (OTEP) kurarak, ilk çalıştayını gerçekleştirdi. OTEP`ten yapılan açıklamada, OTEP`in, ulusal Ar-Ge ve inovasyon yeteneğinin geliştirilmesi için gerekli teknoloji tratejilerinin ve yol haritasının belirlenmesinde rol oynayacağı vurgulandı. Açıklamada, `teknolojik olarak yeni bir ekonomi ortaya çıkarmak` amacıyla yola çıktığı ve kurucuları arasında Taşıt Araçları Yan Sanayicileri Derneği, ana sanayi temsilcileri, mühendislik şirketleri ile dernek ve üniversitelerin de bulunduğu kaydedildi. EKONOMİ SERVİSİ

Kendi işimi yapsam daha çok servet yapardım`

Bundan üç ay önce randevulaştık Ciliv`le ancak geçen hafta konuşmak mümkün oldu. Bir Amerika`da, bir İzmir`de, bir bakıyorsunuz Türkiye`nin bambaşka bir köşesinde. Arı gibi çalışıyor, yakalamak ne mümkün. Sonunda geçen hafta karşı karşıya geldik. İlginç biri; Türkçe`yi tane tane, yavaş konuşuyor. Önce o beni sorguya çekiyor; nereden geldim nereye gidiyorum, hangi okullarda okudum, nereliyim, hayatımdaki en büyük dönüm noktam nedir... Bir bir soruyor, anlatıyorum. Rahatlıyor, bu kez de o sorularıma cevap vermeye başlıyor. Çocuklarını anlatırken gözleri parlıyor ancak engelli kızı hakkında konuşmaktan kaçınıyor, aile fotoğrafını ısrarla istesem de sadece `çok samimi arkadaşız` dediği oğluyla fotoğrafını veriyor. Ciliv`in başarılarla dolu hayat hikâyesi çok çok ilginç. Hırsı, iddiası, vizyonu, inancı ve özellikle baba figürü kesinlikle okumaya değer. İyi pazarlar...

- Hikâyeniz nerede, ne zaman başlıyor?

- Doğumdan başlayayım... 1958 Zonguldak doğumluyum. Babam inşaat mühendisiydi. Zonguldak`a yakın, Çatalağzı santralında çalışıyordu o sıralar. Çok gezdim ben, ilkokulu yedi ayrı okulda okudum. İlkokul üçüncü sınıftayken annem ve babam ayrıldı. Benden iki yaş küçük bir erkek, bir de kız kardeşim var. Babaanne ve halamızla büyüdük Ankara`da.

- Baba ve anneden uzakta mıydınız hep?

- Evet, yatılı okudum ben. Ankara Koleji`ni de kazanmıştım ama babam Kadıköy Maarif Koleji`ne gitmemi istedi. Annem de İstanbul`da olduğu için işime geldi.

- Size neler kattı yatılı okumak?

- Hazırlık sınıfından lise sona kadar çocuklar var etrafınızda; siz onların arasında, ezilmeden yaşamayı, problemlerinizi kendi başınıza çözmeyi öğreniyorsunuz.

- Nasıl bir öğrenciydiniz siz?

- Hatırlıyorum, ortaokul 1`de matematikten 10 üstünden 6 almıştım. Biliyordum bu not babamı memnun etmeyecek! Sorduğunda`Birinci sınıfın en yüksek ikinci notunu aldım,` dedim. Babam cingöz ve çok takipçi biri olduğu için tekrar sordu kaç aldığımı, duyunca da `Utanmıyor musun, bir de övünüyorsun,` diye çok kızdı. O önemli bir andı benim için; o günden sonra matematiğe çok önem verdim, hafta sonları verilen ödevleri daha dikkatli yaptım ve ortaokul 3`te TÜBİTAK`ta Türkiye üçüncüsü oldum matematik dalında.

- Baba ve anne figüründen hangisi etkiliydi üzerinizde?

- İkisinin de güçlü tarafları vardı. Annem iyilik dolu, hiçbir materyalist tarafı olmayan, çok duygusal, çok dürüst biriydi.

- Baba daha mı katı?

- O çok hesap yapan, işini sağlama alan, çalışmaya düşkün biriydi. İkisinden de değişik yönler aldım.

- Anne-baba ayrı olunca ve yatılı okuyunca, daha mı katılaşıyor insan?

- Burada genelleme yapmak ne kadar mümkün bilmiyorum ama ben çok duygusaldım ve anneden uzakta olmanın özlemini çok çektim, annemi hep çok özledim.

- Neden annenizin yanında kalamadınız?

- Mahkeme öyle karar verdi, bizim seçimimiz değildi. Hafta sonları hep annemin yanına çıkıyordum.

- Peki anneye ve babaya karşı öfke duydunuz mu boşandıkları için?

- İnanın çok küçüktük, öfke falan duymadık ama çok üzülüyorduk. Bir yerde de şanslıydık; halam profesör doktordu, bize çok destek oldu, yetiştirdi bizi. Bardağın dolu tarafından bakmak, eksik tarafa fazla odaklanmamak lazım.

- Babanız eğitim odaklı, ısrarcı biri anladığım kadarıyla. Bütün seçimlerinizi o mu yaptı?

- Kadıköy Maarif Koleji`nden sonra Ankara Fen Lisesi`ni kazandım. Açıkçası babamın ısrarlarıyla gittim oraya da. Büyük direnç gösterdim çünkü keyfim yerindeydi, basket takımındaydım, çok iyi arkadaşlarım vardı, anneme yakınım... Ve o zamanlar bana göre `inek` öğrencilerin gittiği bir okula gitmek istememiştim. Babamı ikna etmek için de her şeyi denedim. Ancak inisiyatifi bana vermedi, zorla götürdü beni ve çok da iyi yaptı!

- Affınıza sığınarak soracağım, inek bir öğrenci miydiniz?

- O kadar yıllık öğrencilik hayatımda kimse bana inek demedi açıkçası! (gülüyor) Çünkü benim düşük not aldığım dersler de vardı, hiç kafayı takmazdım. Fakat önemli gördüğüm derslerde de en iyisini yapmak için kendimle yarışırdım. Spora ve arkadaşlığa çok önem verdim.

- Üniversite seçimini nasıl yaptınız?

- İlk tercihim ODTÜ elektronikti, kazandım. Tabii okul çok karışıktı, sağcılık solculuk kavgaları bir türlü bitmeyince, en son okul sekiz ay kapatılınca yurtdışına gitmeye karar verdim. Burs imtihanlarına girdim, kazandım ve Amerika`da okumaya hak kazandım.

- Ve Amerika günleri...

- Amerika`daki bursum endüstri ve işletme mühendisliğiydi. Fakat kafamda hep `elektronik` vardı. Teknoloji, bilgisayarlar dünyaya hakim olacaktı, görüyordum. O yüzden Michigan Üniversitesi`nde 3 buçuk senede iki diploma aldım. Okulun kafeteryasında çalıştım, zengin çocuklarının `onu getir, bunu götür` demesi ağırıma gidiyordu açıkçası, itiraf etmeliyim ki...

- Hikâyenize baktığımda çok hırslı biri duruyor karşımda, doğru mu?

- Evet, hırslıyım. Yani daha iyisini yapmak için, en iyisini yapmak için içimde bir ateş, arzu var. Ama bu her konuda böyle değil. Kendi seçtiğim konular için böyle.

OkUL DEĞİL ÖĞRENMEYE HEVES VAR MI O ÖNEMLİ!

- Harvard`da okumayan, Amerika`da eğitim görmeyen insanların CEO olması imkansız mı?

- İşin gerçeği, ben Harvard`da okuduğum şeyleri 25 sene geride bıraktım. Sen öğrenmeye hevesli misin, o önemli. Bu çalışma azmi, vizyon, bir konu hakkında derin bilgi sahibi olma, insan ilişkileri, yani sağlam bir temelin olmasıyla ilgili. Bill Gates`in de diploması yok. - Üniversitede iki derece yapınca iş hayatına iddialı başlamışsınızdır...

- Harvard`da yüksek lisans yaptıktan sonra 11 şirketten iş teklifi aldım! Bu tekliflerin en düşük senelik ücreti 29 bin dolardı, 110 bin dolara çıkan danışmanlık teklifleri vardı. Ama ben hep teknoloji firması kurup, kendi işimi yapmak derdindeydim, buna hazırlanıyordum. O yüzden, o 11 teklif içindeki en düşük ücreti veren Metagraphics`e girdim. Orada hem mühendislik yaptım hem de bir iş nasıl kurulur izledim. Şirket büyüdü, ancak bir süre sonra sıkıntıya girdi. Ben de yeni bir iş planı yaptım, ikna etmeye çalıştım şirkettekileri, kabul etmediler. Ben de istifa ettim. Altı ay sonra şirket iflas etti, sahipleri beni geri çağırdılar, ben de satın aldım ve yeni bir firma kurdum. Bunu da yaptığımda 29 yaşımdaydım.

- Ne tür bir firmaydı bu?

- Bir yazılım firması, adı Novasoft. Doküman ve iş akışı yönetiminde pazarda iki numaralı firma oldu ve IBM bu şirketin yüzde 10`unu satın aldı. Başarımız yüzünden 15 misli fiyata satın almak istediler. Ortaklarım muhtemelen şöyle düşündüler; `Bir tane `young Turk`, yani genç Türk`ün kendi başına yaptığı şirket 100 milyon dolar ediyorsa, biz bunun başına tecrübeli bir Amerikalı koyunca kimbilir neler yaparız!` Öyle de yaptılar ve ben gitmeyeyim diye beni de yönetim kurulu başkanlığına getirdiler. O sene ayrıldıktan sonra epey de para kazanmıştım; Türkiye`ye dönme kararı aldım. 1997`de annem vefat edince tabii kafama dank etti bu yoğun çalışma dönemleri... Amerika`da evlenmiştim, iki tane çocuğum olmuştu ve annem çocukları hiç görmemişti.

- Nasıl yaptınız böyle bir şeyi?

- Çocuklar çok kısa süre içinde oldu, çalışmaktan Türkiye`ye gelemedim. Annem aniden vefat edince, Microsoft`un Türkiye Genel Müdürü olma teklifini, hiç düşünmediğim halde, kabul ettim.

- Ne hissettiniz peki bunlar olunca?

- Artık sevdiklerime yakın olmanın, ülkeme yakın olmanın da önemli olduğunu fark ettim ve o yüzden bazı değişiklikler yaptım.

- Yani hayatta her şey iş değil noktasına mı geldiniz?

- Tabii ki hayatta her şey iş değil ama çok da önemli. İş ya da hayat, insanın sevdiği şeyleri yapması çok önemli. Hayatı iyi değerlendirmek, benim prensibim buydu. Babam yıllarca yazılım konusunu anlamadı - Siz Amerika`da bütün bu başarılara imza atarken, sizi eğitim hayatında hep yönlendiren babanız da sizinle gurur duyuyor muydu?

- Geçen cuma günü babamın 80. yaş günüydü. Babam ancak bu yıllarda gurur duymaya başlamıştır bizimle, duyuyorsa! (gülüyor)

- Aa, neden?

- Son birkaç seneye kadar babam bizi, `Nasıl daha iyisini yapabiliriz,` diye gaza getirme konusuna odaklıydı.

- Kızıyor musunuz ona böyle yaptığı için?

- Hayır! Çocukluğumda babamın bizi sevip sevmediğinden şüphe duyduğumuz günler oldu, çünkü annem sevgisini çok gösteren biriydi. Babam ise geleceğimiz için neyin doğru olduğu hakkında nasihat verirdi. Şimdi babamla süper iyi arkadaş olduk, ben onu çok iyi anlıyorum, o beni çok iyi anlıyor. Bugün eğer Süreyya Ciliv`in bir başarısı varsa bunun bir numaralı sorumlusu babamdır.

- Ve insan bu ilişkiyi 30`lu yaşlarında falan kurabiliyor değil mi?

- Bazen 30`dan çok sonra da olabiliyor! (gülüyor) Esasında şunu da belirtmek istiyorum; ben bilgisayar mühendisi olup iş kurduğumda babam yazılım konusunu senelerce anlamadı, takdir etmedi. Yazılım ona hava cıva, buhar gibi geliyordu, tam olarak anlayamıyordu yazılım denen şeyi. Ama bizi de fazla sıkıştırmadı, sadece kendimizi geliştirmemizi istedi. En önemli şey hayatta pişmanlığımın olmamasıdır- Microsoft günleri?

- 1997`de Amerika`dan döndüm ve Türkiye genel müdürü oldum. 2000 yılına kadar da çok başarılı işler yaptık. Türkiye`ye bilişim konusunda faydalı hizmet ürün ve servisleri getirmek beni motive eden yegâne şeydi. Sonra başarımız yüzünden yükseldim. Tekrar ABD. Seattle`da, Washington`da Microsoft`un merkezinde yeni görevlere geldim.

- Tekrar Amerika günleri yani...

- 2007`ye kadar yedi sene daha Amerika`da kaldım, yükselmek için oraya gitmek gerekiyordu. Bir yerden sonra yeni hedefler istiyorsunuz, aynı işi tekrarlamak zor gelmeye, başlıyor. Benim için en önemlisi hayatımın sonuna geldiğimde pişmanlığımın olmamasıdır. Ben hayatımı iyi değerlendirdim, istediğim gibi iz bıraktım, fark yarattım, insanlara faydalı işler yapabildim.

- Turkcell yedi-sekiz ay vekaleten yönetildi, sonra da siz geldiniz akıllara. Sizin gibi yöneticiler nasıl teklif alır, nasıl transfer edilir?

- Turkcell`in genel müdürlüğü 2003 yılında da teklif edilmişti bana. O zamanlar Amerika`da kafama koyduğum ve yeni başladığım bir proje, etrafımdaki insanlara verdiğim sözler vardı. Kendimi de açıkçası hazır hissetmedim, doğru zamanı bekledim. Turkcell`in CEO`sunu bulma görevi Şerif Kaynar isimli bir yöneticiye verilmişti, o beni aradı. Başta pek ikna olmamıştım...

- Neden ikna olmadınız?

- Açıkçası ben kendi işimi yaparsam daha fazla servet yapabileceğime inanıyordum...

- Bu kadar servet meraklısı mısınız?

- Yok ama önemliydi. Bir de hayatımda çok daha fazla serbestlik olacağını düşünüyordum. Fakat Turkcell uluslararası muazzam bir rekabetle karşı karşıyaydı, dünya devi firmalar rekabet için Türkiye`ye geliyordu. Bir Türk firmasını dünya çapında başarıya götürmek de heyecanlandırdı beni. Hep söylerim; beni heyecanlandıran üç tane T var: Türkiye, teknoloji ve Turkcell.

- Turkcell bu başarıyı nasıl yakaladı?

- Turkcell 16 yaşında olan bir firma. Turkcell`in başarısının iki sebebi var: Birincisi, önü açık, hızla büyüyecek bir iş alanı bulması! Bundan 16 sene önce Türkiye`de bir tane cep telefonu yoktu, şimdi 60 milyon tane var. İkincisi, doğru şekilde yönetilmesi.

- Bu noktada Bill Gates ve Mehmet Emin Karamehmet`i karşılaştırın desem, çok şey istemiş olur muyum?

- İkisi de vizyoner, ikisi de çok çalışkan, ikisi de risk almaktan korkmuyor, ikisi de çok cesaretli.

İBO`NUN LAFI ÇOK DOĞRU

İbrahim Tatlıses, `Urfa`da Oxford vardı da biz mi gitmedik?` diyor ya, bence süper tespit. Benim elime bu fırsatlar geçmiş, yurtdışında bilgisayar mühendisliği okumuşum, teknoloji firmaları kurup dünyada liderliğe çıkarmışım, Microsoft`ta 10 sene çalışmışım... Türkiye`de aynı fırsatı yakalayamayan milyonlar var. O yüzden beni motive eden şey, `çocuklara nasıl faydalı olacağız` sorusudur. Oğlum `Gitme` diye ısrar etmişti, şimdi işler yolunda - Eşiniz, çocuklarınız sık sık geliyor mu Türkiye`ye?

- Evet, sık sık geliyorlar. Türk olmaktan gurur duyuyorlar fakat çok ufak yaşta olmalarına rağmen kendi dünyalarına çok odaklılar. Mesela oğlum 13 yaşında ve iyi bir okulda, çok başarılı bir okul hayatı yaşıyor. Washington`da yüzme rekorları kıracak kadar başarılı bir yüzücü. Amerika`da olduğum yedi yıl boyunca her sabah oğlumu okula ben götürdüm, her akşam onu yüzme antrenmanından ben aldım. Çok iyi, çok samimi arkadaş olduk. O yüzden her gün, neredeler, ne yapıyorlar takip ediyorum uzakta bile olsam. Fakat benim gibi kendi ayakları üstünde durmalarını da sağlıyorum...

- Siz de babanız gibi mi davranıyorsunuz hep?

- Kesinlikle. İşin enteresanı, ben gelirken oğlum bu işe hiç razı olmadı, çok üzüldü. İşlerimi, planlarımı anlattım, `Baba, bütün bunlar bizim ayrı olmamıza değer mi?` dedi bu kez. İnanın o gün sesimi kesti, buna cevap veremedim. Ama sonra kendisi de bununla çok barıştı, işler yolunda yani.

- Kendilerini Türk gibi mi hissediyorlar, Amerikalı mı?

- Bence şanslı çocuklar onlar, iki tarafı da biliyorlar ve çok seviyorlar. Türkiye`ye daha çok yaz tatillerine geldikleri için, İstanbul, Bodrum, İzmir`e bayılıyorlar. ŞİRİN SEVER/SABAH

Majesteleri`nin Ülkesi`nde herhangi bir DVD`nin arka kapağı...

Hem mesleğimden kaynaklanan zorunluluklar, hem de çocukluğumdan bu yana büyük bir iştahla sürdüregeldiğim `koleksiyonculuk` merakım gereği, her ay, gerek Türkiye içindeki tedarik kaynaklarından, gerekse dünyanın çeşitli ülkelerindeki alışveriş sitelerinden en az 20-30 adet `yasal` film satın alıyorum.

Tercihlerimin ağırlık noktasını ise son bir kaç yıl içinde çekilmiş güncel filmlerden ziyade, 60`lar, 70`ler ya da 80`lerde gösterime sunulan ve benim gibi orta kuşak sinemaseverlerin belleğinde hoş izler bırakarak sonradan `klasik` ya da `kült` mertebesine ulaşan daha eski zamanlara ait yapıtlar oluşturuyor. Çünkü, bana göre, özellikle 1970`ler, bütün bir sinema tarihinin hemen her türden başyapıtlara imza atılan en güzel ve de en verimli dönemi olmak gibi bir ayrıcalığa sahip...

Heyecanla aradığım bir filmi mutlak surette `DVD` formatında temin etmek gibi özel bir saplantım da yok. Türkiye`de her ne kadar 2000`li yıllarla birlikte tedavülden kalkmışsa da Batı ülkelerinde hâlâ kayda değer bir pazarı bulunan VHS formatındaki video kasetler, film koleksiyonumun çok önemli bir bölümünü oluşturmakta. Çünkü, sinema tarihinde, sahip oldukları yüksek sanatsal değere karşın -herhangi bir nedenle- gözden ırak kalmış öyle filmler var ki, yurt içinde ya da dışında ne kadar ararsanız arayın; bu tür nadide yapıtların DVD sürümlerini bulabilmeniz imkânsız. Ancak, internet ortamında kılı kırk yararak gerçekleştireceğiniz titiz bir arama sonucunda, aynı filmlerin `eBay` gibi ikinci el eşya satış sitelerinde, 80`li ya da 90`lı yıllarda hasbelkader piyasaya çıkmış ve bir-iki izlemeden sonra da rafa kaldırılmış gıcır gıcır VHS kasetlerini bulabiliyorsunuz. Kaldı ki iyi kalitedeki bir VHS göstericisini bir `DVD kaydedici`ye bağlayarak o nadide kasetin DVD formatında bir kopyasını elde etmek, bu işlere birazcık meraklı olan sinemaseverler için hiç de aşılamayacak bir sorun değil...

Günümüzde kimi sinemaseverlerin neredeyse her 6 ayda bir piyasaya sürülen yeni teknolojilere adapte olabilmek için kendilerini hem para, hem de zaman açısından helâk ettiklerini üzüntüyle gözlemliyorum. 2000`lere girilirken evlerindeki VHS videoları yok pahasına eskicilere verip, üst üste iki film izleyince şişip duraklayan Çin malı derme çatma `VCD-çalar`lara `terfi edenler` (!), sonraki iki yıl içinde de fiyatların ucuzlamasıyla birlikte bu kez `DVD-çalar` sahibi oldular. Aynı kişiler şimdilerde ise uğruna onca emek ve para harcadıkları bu cihazlar ile beraberinde oluşturdukları yüzlerce DVD`lik film koleksiyonlarına burun kıvırıyorlar. Hoşnutsuzluklarının sebebi de `Blue Ray` ve `HD-DVD` gibi daha yüksek resim kalitesi vaad eden yeni kuşak film gösterim cihazlarının piyasaya sürülmüş olması...

Tabiî, işin içine bir kez `high definition` teknolojisi girince, gözden düşen tek şey DVD göstericileri olmuyor. Evlerimizdeki (çoğu hâlâ gayet yüksek bir performansla çalışan) tüplü ya da LCD televizyonlar da `teknoloji müptelaları` tarafından çoktan tu kaka edildi bile...

Oysa, birazcık serinkanlı düşünmekle, bunun kapitalizme özgü acımasız bir `pazarlama oyunu` olduğunu, kuş kadar aklı olan herkes kolayca anlayabilir.

`Güncel teknolojiyi yakalama çabası`nın hiç bir zaman bir `bitiş noktası` olmadı ve bundan sonra da olmayacak.

Sizler, `en son teknolojiyi kullanma` hevesi ve iddiasıyla, vitrinlerde karşınıza çıkan yeni cihazlara onbinlerce YTL sayarken, ev elektroniği konusunda dünyayı yöneten dev markalar, iki-üç yıl sonrasında piyasaya sürecekleri yeni ve çok daha kapsamlı bir ürünü Ar-Ge laboratuarlarında zaten o anda itibarıyla hazır tutmaktalar. Bu endüstriyel döngünün anahtar sözcüğü ise `doyum noktası`... Yani, elektronik bir ürünün yeryüzünün her köşesinde yeterince satılıp artık fazlaca talep görmemeye başlamasıyla birlikte, piyasaya derhal -hafifçe `upgrade` edilmiş- bir diğerini sürmek...

Bana göre, bilinçli tüketiciler ve özellikle de `ev sineması` elektroniğine meraklı film koleksiyoncuları, kesinlikle bu kısır döngünün bir parçasına dönüşmemeli ve hiç gereksiz yere `kredi kartı mağdurları` arasına katılmamalı...

Eğer ki bir filmi evlerimizin duvarında, sinema salonlarındaki projeksiyon ve ses kalitesiyle birebir aynı düzeyde; dahası, tek başımıza `kitlesel izleme`de yakaladığımıza çok yakın bir keyif duygusu içinde izlemek gerçekten mümkün olsaydı, zaten adına `sinema salonu` denilen mekânlar da şimdiye kadar çoktan tarihe karışırdı.

`Sinema filmi`, hiç bir tartışmaya mahal bırakmayacak biçimde `sinema salonu`nda izlenir ve evde film izlemek de vaktiyle kaçırılmış bir sinemasal gündemi sonradan rahatça yeniden gözden geçirmeye yarar. Hepsi hepsi o kadar...

Yukarıdaki yalın gerçeğin ışığında, `Yeni teknolojileri yakalayacağız` diye kendilerini parçalayanların bu canhıraş çabaları, doğrusu bana çok da anlamlı gelmiyor.

Size izlemekten keyif alacağınız bir klasik yapıtı ilk kez görme şansı veren her format ve bunları kullanan bütün cihazlar, siz bunlardan lâyıkıyla istifade edebildiğiniz sürece güncel, değerli ve de yararlıdır. Bir sinemasever de bu hobiye gerçek anlamda `tutkuyla` bağlı olup, koleksiyonculuğun kendisini geliştirici yönünün tam anlamıyla farkındaysa, `ileri teknoloji saplantısı`na takılıp kalmaksızın, VHS, VCD, DVIX ya da DVD, ekonomik gücü ve erişimi nispetinde, bulabildiği her formatta pekâlâ film izleyebilir.

Belki herkes benim gibi, dış pazarlardan temin ettiği 8 ve 16 mm formatlarındaki pelikül filmleri evinde mekanik projeksiyonla izleyecek kadar bu hobiyi abartmak zorunda değil. Ancak, `koleksiyoncu ruh`a sahip bir sinemaseverin de en azından bu kadar `high-tech` takılarak, zor bulunan filmlerin `VHS kaset` seçeneğine yüz çevirmesini pek doğru bulmuyorum.

O yüzden, sözgelimi, evde nicedir kullanmadığınız VHS bir video teyp var ise, ondan bu kadar kısa sürede ümidi kesmemenizi ve tez zamanda tozunu alıp tekrar kullanmaya başlamanızı öneririm. Çünkü, bu yolla yalnızca `eBay` değil, onun Türkiye uzantısı olan `Gittigidiyor` gibi yerli malı sitelerden de bir şişe içme suyu parasına yüzlerce, hatta binlerce az kullanılmış video kaset temin edebilirsiniz. Üstelik, bu tür eski moda cihazların hiç fena sayılmayacak bir kaliteyle `televizyondan film kaydı` imkânı sunması da işin cabası...

Bu uzun yazının ilk bölümünde, hayatlarında şimdiye kadar tüketim formatı olarak yalnızca korsan VCD-DVD`leri ya da bundan daha beteri `internetten leş gibi bir görüntü kalitesiyle on-line film izleme` seçeneğini tanımış olan genç sinemaseverlere, ilgi alanında iyice derinleşmiş `uzman` bir sinemasever olmanın en güvenilir yolunun, filmlere bir `tüketim nesnesi` olarak değil `tutku nesnesi` olarak muamele etmekten geçtiğini; daha da Türkçesi, onları mümkün olan her formatta biriktirip, hayatta yalnızca bir kez değil, -hiç değilse belli bir sanatsal değer atfedilmiş olanlarına- belli aralıklarla tekrar tekrar göz atmanın elzem olduğunu dostça hatırlatmak istedim.

`Sıkı sinemasever` olmak gibi bir hedefiniz var ise elinizde bulunan eski ve yeni teknoloji ürünü bütün imkânları dibine kadar kullanmalısınız.

Evinde halen 30-40 yıl öncesinden kalma bir pikap ve (günümüzde çoğu CD olarak asla basılmayan) bir sürü değerli plak bulunan, bunları da her fırsatta büyük bir keyifle dinleyen `demode` biri olarak, meseleye böylesi bir `ekonomik yaklaşım`ın yararlarını ömrüm boyunca gördüğümü rahatlıkla söyleyebilirim. Sizin için manevî bir değeri olan, sizi ruhen geliştirip zenginleştiren her şeyi korumaya ve saklamaya alıştırın kendinizi...

Sizlere ekran başında güzel anlar yaşatan, izleyip de çok beğendiğiniz değerli filmlerin DVD ya da VCD`lerine `çay bardağı atlığı` muamelesi yapmak, onları bir-iki izlemeden sonra sayısız çizik içinde bırakıp kullanılmaz hâle getirmek, kalbinizde gerçek anlamda bir `sinema tutkusu` olmadığının, bu sanatı yalnızca bir `boş zaman öldürme aracı` olarak gördüğünüzün işaretidir. O yüzden, sevdiğiniz yapıtları üzerlerine titreyerek biriktirin ve doğru biçimde kullanmasını bilenlerle de cömertçe paylaşın.

`Kişiliğin kemâle ermesinde katkıları bulunan herkese ve her şeye karşı güçlü bir kadir kıymet bilirlik`, Müslüman insanın günlük hayatının her cephesi gibi `sanatseverlik` cephesinde de kendisini sık sık göstermesi gereken çok önemli bir erdemdir.

* * *

Şimdi de gelelim sadede; yani bu yazının başlığına da ilham kaynağı olan asıl konuya... Yandaki sütunlarda, Amerikalı usta yönetmen Sidney Lumet`in 1973 yapımı ünlü polisiye klasiği `Serpico`nun, halen İngiltere`de satılmakta olan yasal DVD`sinin kapak kâğıdı taramasını ve daha aşağılarda da ondan alınmış ikinci bir ayrıntıyı görmektesiniz.

Bu benim şimdiye kadar uluslararası DVD piyasasından satın aldığım İngiltere kökenli düzinelerce filmden yalnızca biri. Dolayısıyla, söz konusu polisiye yapıtın sizlere anlatacağım (daha doğrusu göstereceğim) teknik uygulama açısından herhangi bir ekstra özelliği yok. Vermek istediğim örnek için rahatlıkla İngiltere`den gelmiş bir başka DVD`yi de kullanabilirdim. Yazıma başlarken en yakınımda bu film olduğu için, ben de onun kapak kâğıdını kullanmayı yeğledim.

`Birleşik Krallık`, geleneklere bağlılık adına özenle koruduğu `temsilî monarşi`ye karşılık, pratikte uzun yıllardır benimsediği siyasal sisteme bakıldığında, günümüzde `demokrasi`nin yeryüzündeki en sarsılmaz kalelerinden biri olarak kabul ediliyor. Sanırım, bu konuda hepimiz üç aşağı beş yukarı hemfikiriz.

Şimdi de dilerseniz, demokratik özgürlükler alanında bütün dünyaya öncülük eden bu devletin `sinema sektörü`ne bir göz atalım...

İngiltere ve sömürgelerinde piyasaya sürülen istisnasız bütün DVD`lerin kapak tasarımlarında, yanda görebileceğiniz türden özel bir açıklama bölümü bulunmaktadır. Arka kapağın alt kısmında yer alan bu çerçeveli bölümde filmin süresi, ses kayıt tekniği, görüntü çerçevesinin yatay-dikey oranları, üretici şirketin adı gibi bazı temel bilgiler yer alır.

Ancak, ilgili bölümde yer alan bilgiler yalnızca bununla da sınırlı değildir.

Orada, bir dairenin orta noktasına basılmış beyaz rakamlarla, video mağazalarının raflarında ele alınıp incelenen satılık ya da kiralık DVD`lerin `hangi yaş grubundaki sinemaseverlere hitap ettiği` de belirtilmektedir. Ki yandaki örnekte de göreceğiniz üzere, günümüzde artık sinema tarihinin klasikleri arasına girmiş olan Lumet`in `Serpico`su için bu yaş sınırı `18` olarak belirlenmiştir.

Kutuların üzerindeki `yaş sınırı`nı belirleyen otorite ise söz konusu DVD`yi üreten ticarî şirketteki adam ve kadınlardan oluşan rasgele bir topluluk değil, aslî işi Birleşik Krallık ve sömürgelerinde gösterime girecek filmleri kare kare izleyip bunları içeriklerine göre sınıflandırmak olan `British Board of Film Classification`dur. Yani, `İngiliz Film Sınıflandırma Konseyi`...

Hükûmet ve sinema sektörü karşısında bütünüyle bağımsız konumdaki BBFC, İngiliz film endüstrisini temsil eden çeşitli kişilerin yanısıra, özellikle `şiddet`, `pornografi`, `kaba dil`, `olumsuz davranış örnekleri` gibi hassas noktalarda devreye girip görüşlerini bildiren hukukçu, psikolog, pedagog ve psikiyatristlerden oluşmaktadır. İşini yıllardır kusursuz bir biçimde yapan bu organizasyonun kuruluş tarihi ise -sıkı durun- 1912`dir.

Tamı tamına 96 yıldır, Birleşik Krallık`ta çekilen ya da gösterim için bu ülkeye ithal edilen sinema filmlerini çocuklar ve gençlerin ruh ve beden sağlıklarını koruma kaygısıyla denetimden geçiren BBFC`ye, 1984 yılında, dönemin İngiliz hükûmetinin çıkardığı `Video Kayıtlar Yasası` uyarınca, salt video piyasası için çekilen yapımları denetleyen ikincil bir organ daha eklenmiştir.

Günümüzde İngiltere sınırları içinde çekilen ya da bu sınırlardan içeri giren hiç bir film, BBFC`den sertifika almadan gösterime çıkamaz. Bundan da önemlisi, BBCF`nin hiç bir denetimi, uyduruk, üstünkörü ya da sinemacılar arası hatır-gönül ilişkisine dayalı değildir. Bu Konsey`in önüne İngiltere`nin ya da dünyanın en prestijli yönetmeninin çektiği bir film bile konulsa, o film çeşitli yaş grupları için zararlı unsurlar içeriyorsa, mutlaka kendisine en uygun kategoriye alınır ve baskılı-görüntülü tanıtım materyalleri de bunu vurgulayan simgelerle donatılır.

BBFC`nin filmlerle ilgili kararlarına özel ya da resmî kimlikli hiç bir kişi ve kurum müdahale edemez; bu kararları değiştiremez. Zaten Konsey`i hükûmet ve sinema sektörü karşısında güçlü kılan idarî yapısı da onun bu özerk konumunu hiç bir tartışmaya yol açmadan sürdürebilmek için, uzun yıllar önce çıkartılan yasalarla peşinen garanti altına alınmıştır.

BBFC, sinema filmlerini temel olarak 8 ana kategoriye ayırır ve bunların afişlerine, lobi fotoğraflarına, perdeye yansıyan giriş yazılarının hemen öncesine, o yapıtın hangi yaş grubuna uygun olduğunu belirten simgeyi herkes tarafından rahatlıkla görülecek bir biçimde `koydurur`. Bu simgeler ise `Uc`, `U`, `PG`, `12A`, `12`, `15`, `18` ve `R18`dir.

Bir film, içerik açısından çocukların ya da gençlerin ruh ve beden sağlığına zarar verici nitelikte görsel-işitsel unsurlar içermiyorsa, o takdirde `U` (Universal/ Genel gösterime uygun) sertifikasına hak kazanır. `U` sertifikası, söz konusu filmin afişlerine ve diğer her türlü tanıtıcı materyaline konulduğu gibi, sonradan (kurgusu değiştirilmeksizin) piyasaya sürülen DVD ve VHS kasetlerinin üzerinde de yer alacaktır. Ki böylelikle, ev sineması ürünleri satıcısı ya da kiralayıcısı konumundaki mağazaların sorumluları da bu ürünün 18 yaşından büyüklere satışını rahatça yapabilirler.

Ancak, bir filmde, içerdiği diğer bütün olumlu yönlere karşın, küçücük de olsa bir argo söz, kaba bir davranış, cinsellik ya da cinselliğe yönelik bir gönderme, şiddet gösterisi, içki, alkol ve uyuşturucu kullanımı gibi bir unsur var ise o durumda Konsey böyle bir yapıma `U-c` (Universal-Caution/ Genel gösterime uygun, ancak yine de ebeveynlerin bazı sahnelerine dikkat etmesi gereken bir yapım) sertifikası verir.

Yani, ticarî gösterime çıkacak olan filmlerdeki tek bir söz, görüntü ya da imâ bile BBFC tarafından `affedilmez.`

Öte yandan, denetime giren filmlerdeki cinsellik/çıplaklık, argo, şiddet, içki, sigara ve uyuşturucu kullanımına yönelik sahneler/göndermeler arttıkça BBFC`nin sertifikası da duruma göre değişmekte ve direkt pornografik içerikli ürünlere verilen `R-18`e kadar uzamaktadır.

Öyle ki `R-18` sertifikası almış bir film sıradan sinemalarda asla gösterilemez; gösterimi yalnızca bu tür filmleri pazarlama ruhsatına sahip, çoğunlukla da kilise ve okullardan uzak, kentlerin görece tenha semtlerinde kurulu bulunan `özel salonlar`da yapılır. Daha da ötesi, bunların ev sineması formatına dönüştürülmüş DVD ve VHS gibi kopyaları `posta siparişi` yoluyla satın alınamaz, yalnızca `sex shop` adı verilen özel dükkanlardan temin edilebilir. Neden biliyor musunuz; eve gelen sipariş paketi ebeveynler tarafından değil, ezkaza evdeki küçükler tarafından açılabilir diye!

İngiliz sinema piyasasını ahlâkî normlar açısından 96 yıldır ödünsüz bir biçimde denetleyen BBFC`yi daha yakından tanımak ve filmlere verdiği sertifikaların anlamlarını tek tek öğrenmek için aşağıdaki siteyi ziyaret edebilirsiniz:

http://www.bbfc.co.uk/about/index.php

Şimdi de bu denetim işlemindeki ciddiyetin boyutlarını gösteren yandaki örneğimize bir kez daha bakalım ve BBFC üyelerinin `Serpico` gibi bir polisiye sinema klasiğini ele alırken bile işlerine nasıl titizlendiklerini kendi gözlerimizle iyice görelim.

Öncelikle, arka kapakta gayet okunaklı biçimde yer alan `18` işareti ve hemen altında yazan `Not to be supplied to any person below that age` yazısı, 18 yaşından küçüklerin bu filmin sinema salonlarındaki gösterimini izlemek için bilet satın alamayacaklarını, aynı filmi DVD ya da VHS olarak satıldığı/kiralandığı dükkanlardan da temin edemeyeceklerini gösteriyor.

Pekiyi, sinema işletmecileri ya da video mağazaları bu uyarının aksine bir davranış sergilerlerse, işledikleri suçun yaptırımı nedir?

İngiliz yasaları, böyle bir ihlâl karşısında hem ağır para, hem tesisi kapatma, hem de hafif hapis cezası öngörmektedir. O yüzden de sinemacılıktaki `yaş sınırı` uygulaması İngiltere`de öyle kolay kolay çiğnenmez. Hem sinemacılar, hem de mağaza sahipleri, bunun aksine bir davranışta ciddi riskler aldıklarını çok iyi bilirler.

İngiliz malı bir DVD`nin ya da VHS kasetin üzerinde yer alan ebeveynlere yönelik uyarılar bununla da bitmiyor. `Serpico` filminin DVD`sinde, yaş sınırını gösteren simgenin altında sıralanan diğer aydınlatıcı bilgiler ise şöyle:

Kaba Dil (Language): Sık sık, sert (Frequent, strong)

Cinsellik/ Çıplaklık(Sex/ Nutidy): Az miktarda, sert (Some, strong)

Şiddet (Violence): Az miktarda, çok sert (Some, very strong)

Diğer Olumsuzluklar (Other): Az miktarda uyuşturucu kullanımı sahnesi (Some drug use)

Yukarıda gördüğünüz `şey`, aslî hedefi kesinlikle `cinsellik ya da şiddet sömürüsü` yapmak olmayan, bu tür sahneleri ancak konusunun gerektirdiği oranda ve çok kısa biçimde kullanan, argo konuşmalara da polis dünyasının ve sokak kültürünün doğal bir parçası olarak yer veren, sinema tarihinde yüksek prestije sahip ve bol ödüllü bir polisiye film başyapıtına yönelik standart bir BBFC denetim raporu örneğidir.

Aynı Konsey`in, öncelikli derdi sanat falan yapmak değil, çocukları ve gençleri cinsellik ve şiddet üzerinden suistimal ederek gişede parsayı toplamak olan sıradan bir `piyasa filmi`ne yönelik denetim yaklaşımını ise varın sizler düşünün!

* * *

Yeni Şafak`ta, 18 Kasım 2005 tarihinden bu yana (görevimden geçici olarak ayrıldığım iki hafta haricinde) yaklaşık 3 yıldır her hafta sonu düzenli olarak sinema sayfası hazırlıyorum. Geride kalan süre zarfında sayfamızın manşetinden 200`e yakın ayrıntılı film tanıtımı gelip geçti; `haftanın diğer filmleri` bloğundaki daha kısa (kapsül) tanıtımlarda ise en azından 1500 güncel yapıta yer verdik.

Ve bu üç uzun yıl boyunca, sayfamızda, yukarıda ayrıntılı olarak tanıttığım `İngiliz denetim sistemi`ne benzeyen simgelerle kodlanmamış, içeriğiyle ilgili olarak duyarlı ebeveynlerin uyarılmadığı bir tek film bile yer almamıştır.

Öyle ki, RTÜK ve Kültür Bakanlığı bile, film tanıtımlarında Türk medyasında (muhafazakâr çizgideki basın-yayın organları da dahil) halen bir eşi daha bulunmayan bu ön bilgilendirme sistemine bizim sayfamızdaki uygulamadan yaklaşık 8 ay sonra geçmiştir.

Yayıncılık alanına böyle bir ciddiyetin egemen kılınmaya çalışılmasından dolayı keyfi kaçan kimi çevrelerin yürüttüğü binbir türlü muhalefete rağmen, söz konusu uygulama 2006 yılı ilkbaharında güç bela da olsa başlatıldı. Ancak, sonradan RTÜK`ün etkin bir denetim gerçekleştirme noktasındaki teknoloji ve personel yetersizliği, kendisine yöneltilen eleştirilerden ürkmesi, buna bağlı olarak ilerleyen zamanlarda görevini sıkı tutmaması yüzünden, söz konusu ön bilgilendirme sistemi günümüzde hem sinemacılık sektörü, hem de özel televizyonlar tarafından bol bol suistimal edilir duruma geldi. İçeriği ağzına kadar şiddet ve argoyla dolu kimi popüler dizilerin girişinde 5-10 saniye çıkıp kaybolan `+7` (7 yaşından büyükler için uygundur) şeklindeki `komik` simgeler, bu uygulamanın televizyon sektörü tarafından ne denli laçka biçimde algılanıp yürütüldüğünü ikinci bir örneğe gerek olmadan fazlasıyla ortaya koyuyor zaten...

Aynı şekilde, Kültür ve Turizm Bakanlığı`nın ilgili kurulları tarafından sinema filmlerinin tasnifinde kullanılan simgeler de günümüzde tam anlamıyla bir `yasak savma aracı`na dönüşmüş durumda. Öyle ki işletmecilerin, denetim mekanizması tarafından alınan kararlar karşısında izledikleri yol bile artık iyice standart bir rotaya kavuşmuş görünüyor. Denetimle mücadelenin ilk formülü, Bakanlığa gönderilen yerli ya da yabancı filmin herhangi bir nedenle bu uyarıcı simgelerden birini alması durumunda, `sanatsal özgürlük` ve `farklı düşüncelerin özgürce ifadesi` arka fonu üzerinde şiddetli bir yaygara koparmak üzerine kurulu...

Bu yaygara bazen ciddi biçimde para ediyor ve (zaten bünyesinde tam olarak bu işin ehli sayılamayacak, ilgisiz mesleklere mensup bazı üyeleri barındırdığı için sektörde de fazlaca güven duygusu uyandırmayan) denetim kurulu kısa sürede geri adım atarak, önüne ikinci kez gelen bir filmle ilgili önceki kararını rahatlıkla değiştirebiliyor. Ya da bu değişikliği onlar yerine bazen bir üst kurul yapıyor. Böylelikle de ilk aşamada çocuklara ve gençlere zararlı olarak görülen/gösterilen bir film, bakıyorsunuz, iki-üç hafta süren yoğun bir yaygaranın ardından, sonuçta hiç bir yaş kısıtlaması olmaksızın özgürce gösterime girivermiş!

Ülkemizde halen yürürlükte olan film denetim mekanizmasının birbirinden çelişkili uygulamaları hakkında bazı somut örneklere ulaşmak için, sinema yazarı Ali Ulvi Uyanık`ın 21 Eylül 2008 tarihinde www.sadibey.com sitesinde yayımlanan şu yazısını inceleyebilirsiniz:

http://www.sadibey.com/2008/09/15/bunlari-yazmak-gerek-3/

Hoş zaten, yasaların takibi noktasında inanılmaz düzeyde zaafiyet içindeki böylesi bir ülkede, hiç bir caydırıcı denetim mekanizmasına sahip bulunmayan bir sistem `sinema filmlerine yaş sınırlaması` koysa ne yazar, koymasa ne yazar!

Bir film, ülkemizde yürürlükte olan denetim sistemi içinde `18+`, `13+`, `7+`, `şiddet/korku`, `cinsellik` ve `olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar`a işaret eden bu simgelerden birini ya da bir kaçını içerse bile bunlar gazete ilanlarında, sinema salonlarının lobilerine asılan afişlerde, mağazalarda satılan DVD-VCD kutularının üzerinde neredeyse bir mercimek tanesi büyüklüğünde kullanılmaktalar. Ayrıca, ülkemizdeki geleneksel işletmecilik kültüründe, ağızlarından hiç düşmeyen çikletleri ve beton soğukluğundaki hizmet anlayışlarıyla sinema gişelerinin en bildik simgeleri arasında yer alan orta yaşlı biletçi kadınlar ile onları istihdam edenlerin de bu konuda en küçük bir etik kaygıları yok. Şimdiye kadar İstanbul sinemalarında hiç izlemediysem, çocuklar ve gençler için zararlı unsurlar içeren, denetim kurulları tarafından `15+` ya da `18+` olarak işaretlenmiş en az 20-30 dolayındaki yerli ve yabancı filmi, salonları dolduran çoluk-çocuk kalabalıkları içinde oturarak izlemişimdir. Sinema müdürlerine bu konuyu ilettiğinizde aldığınız cevap ise üç aşağı beş yukarı hep aynı:

`Ne yapalım be birader, zaten işler kesat, sinema salonlarını çoluk çocuk ayakta tutuyor. Onların da önünü kesersek iyice hapı yutarız!`

Kocaman bir `katiller, hırsızlar, cinsel sapıklar, psikopatlar, başlarını internetten ve bilgisayar oyunlarından 24 saat boyunca kaldıramayan asosyal tipler kuşağı` işte aynen bu şekilde doğuyor.

Her konuda aşırı ciddiyetsiz olduğumuz gibi, `film denetimi` işindeki ciddiyetsizliğimizle de bir kuşağın belleğinin adım adım kirletilmesine el birliği içinde çanak tutuyoruz. Ne devlet devletliğini biliyor, ne sektör sektörlüğünü, ne de medya medyalığını...

TV`de ve sinemada gösterime çıkacak filmleri bilim ve sanatın evrensel ölçütleri ışığında denetleyip kodlamak, gerçek anlamda uygarlaşmış bir toplumda asla `demokrasi ihlâli` biçiminde algılanmaz. Bu, totaliter rejimlere sahip kimi üçüncü dünya ülkelerinde sıkça rastlanan türden tipik bir `sansür uygulaması` değil, aksine hem küçüklerin, hem de onların ebeveynlerinin demokratik bir hakkıdır. Aynı şekilde, pek çok devlette olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da çocukların ve gençlerin dışarıdan gelecek yıkıcı etkiler karşısında, resmî yaptırımlar eşliğinde korunmalarını emretmektedir.

O yüzden, `bireyin kişisel özgürlüğünün (daha doğrusu kişisel çıkar beklentisinin) nerede başlayıp nerede biteceği` noktasında hâlâ net bir ahlâkî sınır oluşturamamış bir takım ithalatçı, işletmeci, satıcı, yapımcı, yönetmen ya da izleyicilerin vicdanına bırakılmayacak kadar ciddi bir konudur `film denetimi`...

Nitekim, ABD, İngiltere ya da Almanya gibi ülkeler de bu meselenin `sanatsal özgürlük` kulvarının tamamen dışında olduğunun bilinciyle, söz konusu alanın kurallarını tanımlayan yasa, yönetmelik, örgüt, konsey, kurul ve diğer her türlü denetim mekanizmalarını daha 20`nci yüzyılın başlarında oluşturup konuyu günümüzde büyük ölçüde kapatmış durumdalar. Tıpkı İngiltere`deki kudretli BBFC gibi, onun ABD`deki muadili olan CARA`nın (The Classification and Rating Administration/ Film Sınıflandırma ve Derecelendirme Yönetimi) kararlarına da Hollywood çevrelerinde tam bir konsensus içinde saygı gösteriliyor.

Bilenler bilir; sırf `R` (18 yaşından küçükler için uygun değildir) sertifikası almamak ya da önceden almış olduğu R sertifikasını değiştirebilmek için oturup kendi filmini yeniden kurgulayan, yaptığı ikinci kurguda cinselliğin/çıplaklığın ve şiddetin dozunu azaltan bir sürü popüler Amerikalı yönetmen mevcuttur. Genç izleyiciler ve ebeveynleri üzerinden gelecek ticarî kazancı yitirmek istemeyen bu kişiler, yapıtlarının eksiksiz kurgularını sonradan DVD versiyonuna aktarmak suretiyle, sistemin yaptırımları ve kendi kreatif hedefleri arasında makûl bir `orta yol` bulmayı da pekâlâ başarıyorlar.

Amerikan sınıflandırma sistemini yakından tanıyabilmek için CARA`nın aşağıdaki sitesini ziyaret edebilirsiniz:

http://www.filmratings.com/

`Film denetimi` işinin, 19`uncu yüzyılın sonlarında sinema teknolojisini keşfeden ve onu hem etkili bir sanat dalı, hem de devâsâ bir endüstriye dönüştürerek bugünlere kadar başarıyla taşıyan iki büyük batı ülkesindeki mevcut işleyiş biçimi aynen böyle...

Yani, öyle sektördeki herkesin kafasına göre takıldığı, `saldım çayıra, mevlâm kayıra` biçiminde bir gösterim ve satış düzeni içinde yürümüyor bu iş kolu...

Ülkemizde ise az biraz sosyalizmden, bolca da `din, ahlâk ve gelenek karşıtlığı`ndan beslenen işkembeden sallama bir özgürlükçülük iddiasının arkasına takılmış durumdaki kimi sinema yazarlarının ve onlarla iyice `kanka` hâline gelmiş bir sinema sektörünün, `sanatsal özgürlük alanı` ile `genç kuşakların görsel kirlilikten korunması` arasındaki bu hassas dengeyi lâyıkıyla kavrayacak ne uluslararası literatür/hukuk bilgisi, ne gerçek anlamda bir demokrasi bilinci, ne de böylesi bir çıkarlar ayrımını makûl bulacak bir sağduyusu var. Bu olay her şeyden önce bir `vicdan sorunu`dur ve eğer bizden sonra gelecek kuşaklara karşı kalbimizde herhangi bir vicdanî sorumluluk hissetmiyorsak, sinemaya dönük ilgimizin sınırları da kendi kişisel beklentilerimizin en iç sınırlarından başlayıp yine bu beklentilerin en dış sınırlarında biter. Böyleleri için ölümden öte hiç bir şeyin anlamı, önemi ve değeri olmadığı için, onlardan sonra olabileceklere de `Varsın, benden sonra tufan kopsun` mantığıyla bakarlar.

O yüzdendir ki ülkemizdeki denetim mekanizmaları, dünyanın en ileri demokrasilerinde bile kırk yerinden kesilerek gösterime giren kimi tartışmalı filmlere topu topu 20-30 saniyelik küçük makaslar atmaya kalkışınca; hattâ bırakınız kesip biçmeyi, yalnızca `18 yaş üstü` sınırlaması getirince kimileri tarafından kızılca kıyametler kopartılıyor, konu daha o saniyede gerçek mecraından saptırılıp `hükûmetin toplumu gericileştirme temayülü`ne getiriliyor.

Çünkü, dünyadaki uygulamalardan zerrece haberleri yok bu tür tiplerin; yalnızca tek lobu çalışan beyinlerinde geliştirdikleri o çarpuk çurpuk `solcu demokrasi`lerinin hayâlleri içinde debelenip dururlarken, kendileriyle birlikte toplumlarını da dehşetli bir görsel kirliliğin merkezine doğru sürüklemekten hiç bir rahatsızlık duymuyorlar. Yolları ABD`de, Almanya`da ya da İngiltere`de bir video mağazasına düştüğünde Jim Jarmusch`un, Gus Van Sant`ın ya da Kim Ki Duk`un son filmini iştahla aramaktan, çocuklar ve gençlerin bırakın aynı mağazadan erotik bir DVD satın almayı, bu tür filmlerin satıldığı raflara bile yanaşamadığı gerçeğine iyiden iyiye uzak kalmışlar.

Ben ise 10-12 yaşındaki ilkokul çocuklarının, büyük kentlerimizin en işlek caddelerindeki köşe başlarını tutmuş bir vaziyette `Hadeee, her çeşit porno vaaar` diye bağırıp duran, her türlü ahlâkî ve insanî kaygıdan uzaklaşmış bir takım tekinsiz tiplerden 3-4 liraya rahatça porno DVD satın alıp okulda akranlarıyla takas yaptığı bir ülkede yaşamaktan, mesleğimi bu koşullar altında ifâ etmekten tek kelimeyle utanç duyuyorum.

Bu sayfayı hazırlamaktaki aslî hedefimiz de yüreklerinde böylesi bir utancı -ve dahası `acı`yı- yaşayanların sayısını hızla artırmak...

Ha, başarır mıyız, başaramaz mıyız?

Onu hiç bilemiyorum.

Karıncaya merakla sormuşlar: `Nereye gidiyorsun?`

`Kısmet olursa Kâbe`ye` demiş.

`Bu kadarcık bir cüsseyle mi?` demişler gülerek, `Sen Kâbe`yi falan bırak, daha buradan on adım bile uzaklaşamadan tükenirsin!`

`Olsun be azizim` demiş bizim karınca, `En azından Kâbe`nin yolunda ölmüş olurum.`

Sinema yazarlığındaki temel meselemiz, en özet ifadesiyle budur.