Vücut İçinde Oksijen Dağıtan Molekül: Hemoglobin

Vücudumuzdaki yaklaşık 25 trilyon küçük kırmızı hücre, hiç durmadan yük taşır. Alyuvar isimli bu hücreler, kan sıvısı içinde bütün vücudu baştan aşağı dolaşır ve yerine göre oksijen ya da karbondioksit taşırlar. Ancak burada çok önemli bir ayrıntı vardır: Alyuvarlar oksijeni sadece taşıyabilirler. Vücut hücrelerinin, oksijeni kullanabilmeleri için, özel moleküllere ihtiyacı vardır. İşte bu molekül, alyuvarlara kırmızı rengini veren hemoglobin molekülüdür.

Hemoglobin, kendine has özelliklere sahip, olağanüstü kompleks bir moleküldür. Bu kompleks molekül de tüm özellikleriyle, herşeyi bilen, herşeye gücü yeten Hayy(diri) olan Yüce Allah`ın bir mucizesidir. Bu büyük mucizenin özelliklerini incelerken, Allah`ın birbirinden muhteşem eserler yaratmaya kadir olduğu ve bu eserleri her insanda eksiksiz olarak var ettiği gerçeğini sürekli akılda tutmak gerekmektedir. Bu gerçeği görmek, Allah`a şükredip O`nun Şanını yüceltmenin en önemli yollarından biridir. Yüce Allah bir ayette şu şekilde buyurmuştur:

O, Hayy (diri) olandır. O`ndan başka İlah yoktur; öyleyse dini yalnızca Kendisi`ne halis kılanlar olarak O`na dua edin. Alemlerin Rabbine hamd olsun. (Mümin Suresi, 65)

Oksijen Taşınmaya Başlıyor…

Kana kırmızı rengini veren hemoglobin, insan bedenini oluşturan moleküllerden sadece bir tanesidir. Görevi ise hayatidir: Vücudun her hücresini o yaşatır. Vücudun yaşamasını sağlayan oksijen onun sayesinde dağılır, vücuttan atılması gereken karbondioksit onun sayesinde toplanır.

Bilim adamlarının `olağanüstü bir molekül` tanımı, hemoglobinin birbirinden farklı işleri aynı anda yapabilmesinden kaynaklanmaktadır. Hemoglobin, akciğerlerdeki kılcal damarlardan geçerken etrafındaki milyonlarca molekül içinden oksijeni seçer. Yöntemi ise adeta akılcı, bir o kadar da şaşırtıcıdır. Hemoglobin, oksijen atomlarını kendine has yöntemi ile adeta `yakalar`. Ancak bu işlemin çok hassas bir şekilde yapılması gerekmektedir, çünkü oksijen bağlandığı molekülleri okside etme özelliğine sahiptir. Oksidasyon ise söz konusu molekülün tüm işlevlerini yitirmesine neden olan bir tür zehirlenmedir.

Oksitlenmeyi Önleyen Maşa Yöntemi

Hemoglobin, oksijenin beraberinde getireceği oksitlenme tehlikesine karşı Allah`ın yarattığı mükemmel bir sistemle var edilmiştir: Hemoglobin oksijeni taşırken ona tam olarak bağlanmaz, oksijeni tıpkı bir maşa ile tutar gibi bir ucundan yakalar ve götüreceği yere kadar bu şekilde taşır. Bu kuşkusuz son derece tedbirli bir yöntemdir. Yüce Allah, oksijenin oksidasyon özelliği ile bu önemli tedbiri birlikte yaratmıştır. Kuşkusuz bu uyuma ön yargısız bir biçimde bakanlar, buradaki üstün yaratılışı açıkça görebilirler. Hemoglobinin, oksijendeki tehlikeyi keşfederek bir tedbir geliştirmek, deneyip yanılarak ona göre sistem belirlemek gibi bir imkanı yoktur. Herşeyden önce bahsettiğimiz yalnızca bir moleküldür. Bu önemli tedbir, tüm kompleksliği ile, hemoglobinin ilk ortaya çıktığı anda, hemoglobin ile birlikte yaratılmıştır. Hemoglobinin oksijeni yakalamasını sağlayan biyokimyasal detaylar ise böyle bir mekanizmanın tesadüf eseri meydana gelemeyeceğini açıkça sergiler niteliktedir.

Oksijen Basıncının Yüksek Olmasının Önemi

Oksijen molekülünün hemoglobine bağlanmasını sağlayan ortam, yüksek oksijen basıncıdır. Vücutta oksijen basıncı düştüğünde oksijen ve hemoglobin arasında meydana gelmiş olan zayıf bağ kırılır ve oksijen hemoglobinden ayrılır. İşte bu mekanizma akciğerlerden dokulara oksijen taşınmasının temelini oluşturmaktadır.( Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, Cilt 1, 7. Basım, Nobel Tıp Kitabevi, sf. 709)Vücutta böyle bir mekanizmanın hiç kesintiye uğramadan işliyor olması gerekmektedir. Eğer oksijen basıncı ihtiyaç duyulan zamanda ve ihtiyaç duyulan yerde düşmezse, dokular hiçbir zaman nefes alamazlar. Oksijensiz bir doku ise varlığını uzun süre devam ettiremeyecektir.

Azotmonoksit ile İşbirliği

Hemoglobinin bir dokuya ne kadar oksijen vereceğini belirlemesi, ancak bir kan basıncı sabitliği söz konusu olduğunda mümkün olabilmektedir. Kandaki bu basıncın sabit durabilmesi ise hemoglobin molekülünün oksijen ve karbondioksit dışında taşıdığı bir başka molekül ile mümkün olur: Azotmonoksit. Eğer hemoglobin beraberinde azotmonoksit taşımıyor olsaydı, kan basıncı sürekli olarak değişim gösterecek ve gerekli dokulara gerekli miktarda oksijen verilmemesi ya da aşırı oksijen verilmesi durumu ortaya çıkacaktı.(Bilim ve Teknik, Tübitak Yayınları, Şubat 1998, Sayı 363, sf. 61) Bu durumda da dokular ya yanacak ya da oksijensizlikten öleceklerdi.

Sıra Karbondioksit Taşımada…

Hemoglobin aynı zamanda verdiğimiz nefes ile dışarı attığımız karbondioksiti de hücrelerden teker teker toplama yeteneğine sahiptir.

Karbondioksitin kanda taşınması oksijen kadar riskli değildir. İşte bu nedenle karbondioksit kanda oksijenden çok daha büyük miktarlarda taşınabilir. Dinlenme sırasında 100 ml kan, dokulardan akciğerlere ortalama 4 ml karbondioksit taşır. Oksijen taşıyan hemoglobin kana parlak kırmızı rengini verirken, karbondioksiti akciğerlere geri döndüren hemoglobin parlaklığını kaybeder ve koyu kırmızı, mora yakın bir renk alır. Deri yüzeyindeki damarların koyu renk görünmesinin nedeni işte budur.

“Haldane Etkisiâ€�nin Karbondioksiti Taşımadaki Rolü

Karbondioksit, hemoglobine oldukça zayıf bir bağ ile bağlanır. Serbest kalıp hemoglobinden uzaklaşması aşamasında ise devreye giren faktör yine oksijendir. “Haldane etkisiâ€� dediğimiz bu kimyasal olayda, karbondioksitten daha kuvvetli bir asit olan oksijen hemoglobine bağlanır ve karbondioksitin kandan uzaklaşmasını sağlar. Haldane etkisi, dokularda oksijen ihtiyacı baş gösterdiğinde, hemoglobinin oksijenden ayrışıp daha fazla karbondioksite tutunmasını sağlarken, aynı kimyasal etki akciğerlerde tam tersi etki göstermektedir. Oksijen miktarının daha fazla olduğu akciğerlerde, güçlü asit etkisi ile, oksijen hemoglobine bağlanmakta ustaca davranır ve karbondioksit, çıkış kapısına geldiğinde, `mecburen` bağlı olduğu hemoglobinden ayrılmak zorunda kalır.

(Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, Cilt 1, 7. Basım, Nobel Tıp Kitabevi, sf. 716)

Bahsettiğimiz bu işlem, son derece kompleks bir kimyasal olaydır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise, hemoglobinin oksijen ve karbondioksit alışverişini yaptığı noktaların mükemmel bir hassasiyetle belirlenmiş olmasıdır. Hemoglobin, dokularda oksijeni bırakmalı ve karbondioksiti yüklenmelidir. Karbondioksitin çıkış yeri olan akciğerlerde ise söz konusu alışverişin tersi yapılmalıdır. Bu değişim, bedenin hiçbir zaman bir başka noktasında gerçekleşmez. Bu dönüşüm sistemini sağlayan kimyasal dengenin, kan dolaşımıyla aynı anda ortaya çıkmış olması ise zorunludur, zaman içinde, rastlantısal mutasyonlarla, kademe kademe evrimleşmesi mümkün değildir.

Karbonmonoksit Zehirlenmesi Nasıl Gerçekleşir?

Kimi zaman, kandaki hemoglobin genellikle dış etkilerle oluşan karbonmonoksite bağlanır. Karbonmonoksit zehirlenmesi adı verilen olay işte budur. Hava gazı, kömür gazı veya egzozdan çıkan gazların havaya karbonmonoksit olarak karışmasının ardından vücuda alınan bu gaz, kandaki hemoglobine bağlanır. Böylece hemoglobine bağlı veya bağlanacak olan oksijenin yerine geçer. Hemoglobinin karbonmonoksite ilgisi ise oksijene olan ilgisinden daha fazladır. Hemoglobin karbonmonoksite 500 kez daha sıkı bağlanır ve bu durum oksijen eksikliğinden ölüme neden olabilir.(Mutahhar Yenson, İnsan Biyokimyası, Beta Basım, Yayın, Dağıtım, sf. 486)

Demir: Hemoglobinin İçindeki Mucize

Hemoglobinde bulunan ve oksijenin taşınması işleminde büyük bir payı olan demir, tüm ilmin yegane sahibi olan Allah`ın yarattığı büyük mucizelerden bir tanesidir. Çeşitli yollarla vücuda ve doğruca ince bağırsağa alınan demir, bir globin proteinine bağlanarak kan plazmasına doğru hareket eder. Burada demiri taşıyan moleküle `apotransferrin` adı verilir. Demir globin molekülüne serbest olarak bağlanmıştır ve vücudun herhangi bir yerinde, herhangi bir dokunun hücrelerinde serbest kalabilir. Demirin hücreler tarafından alımının kontrolü büyük ölçüde demir taşıyan molekül olan apotransferrine aittir. Apotransferrin, kanda sadece demiri taşımakla kalmaz, aynı zamanda hücre içine girerek bu molekülü gerekli bölgeye bırakır. Vücut demire doymuş duruma geldikten sonra, karaciğer daha az miktarlarda apotransferrin üretmektedir. Bir başka deyişle, karaciğer vücudun ihtiyacını belirler ve ihtiyaca göre bir üretim yapar. Böylece vücut içinde demirin taşınma işlemi azalır.(Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, Cilt 1, 7. Basım, Nobel Tıp Kitabevi, sf. 66-67-68)

Bu durumda vücut içinde oldukça düzenli bir haberleşme sisteminin olduğuna bir kez daha şahit oluruz. Demirin vücutta fazla miktarda yayılması son derece ciddi rahatsızlıkları da beraberinde getirecektir. Ancak Allah`ın bir nimet olarak yarattığı söz konusu kontrol mekanizması ile üretimin hangi miktarda yapılması gerektiği adeta bellidir. Her an vücutta bu hassas ölçüm yapılır ve yaklaşık 100 trilyon hücrenin her birinin hangi miktarda demire ihtiyacı olduğu belirlenir. Açıktır ki, bu plan ve kontrol, herşeyi idare edip ayakta tutan, Kaim olan Allah`a aittir.

Hemoglobin, Evrim Teorisini Baştan Geçersiz Kılıyor

Darwinizm, canlıların iki mekanizma ile ortaya çıktıklarını ve geliştiklerini öne sürer: Doğal seleksiyon ve mutasyon. Gerçekte bu iki mekanizmanın hiçbir şekilde yeni bir canlı var etmesi ya da bir canlıya bir özellik katması mümkün değildir. Ancak yine de Darwinist kaynaklarda tüm canlılar, bu iki kör mekanizmanın eseri olarak anlatılır. Oysa biraz dikkatli bakıldığında, bu anlatımlarda, söz konusu mekanizmaların neleri başardıkları hakkında en ufak bir bilgi olmadığı görülür.

İşte bu nedenle, okuduğunuz veya izlediğiniz her evrimci yayın, taraşıdır. Hemoglobin için yapılan evrimci açıklamalar da bu şekildedir. Hemoglobin gibi bir mucize, molekülün hayali evrimi hakkında, spekülasyon dışında bilimsel değeri olan tek bir açıklamaya bile rastlayamazsınız. Hemoglobin, hem kompleks yapısı, hem de farklı canlılarda sergilenen farklı formlarıyla, evrimciler için ciddi bir zorluk oluşturmaktadır. Evrimci genetikçi Gordon Rattray Taylor, Great Evolution Mystery adlı kitabında bu durumu şu şekilde itiraf etmektedir:

“Hemoglobin, pek çok farklı filumda görünerek, evrim hikayesinde gelişigüzel şekilde ortaya çıkmaktadır. Paramecium adı verilen bazı türlerde (hemen her biyoloji dersinde öğretilen tek hücreli canlı) bulunur. Kurtçuklarda, yumuşakçalarda, böceklerde ve hatta baklagillerin köklerinde vardır. Bütün bu farklı canlıların nasıl tümünde bulunduğu ise oldukça açıklamasızdır. Tek bir şey açık gibi görünmektedir; her seferinde, tamamen birbirinden bağımsız şekilde, bu molekül tekrar tekrar karşımıza çıkmaktadır.â€�( Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Secker and Warburg, London, Sf. 108)

Bir evrimci olmasına rağmen Gordon Rattray Taylor`ın açıkça kabul etmek zorunda kaldığı bu gerçek, son derece önemlidir. Hemoglobinin, birbirinden farklı canlılarda farklı şekillerde bulunması ve bu farklı yapıların hayali evrimsel şemalardan birine oturmaması, bu önemli molekülün her canlı grubu için ayrı ve özel olarak yaratılmış olduğu gerçeğini açıkça göstermektedir. Taylor`un `birbirinden bağımsız şekilde ortaya çıkış` olarak nitelendirmeyi tercih ettiği gerçek, `yaratılış gerçeği`dir.

Darwinistler, evrimi güçlü bilimsel kanıtlara sahip bir teori, hatta bir `gerçek` gibi göstermek çabasındadırlar. Oysa Allah`ın benzersiz bir yaratılışla var ettiği tek bir hemoglobin molekülü bile, sahip olduğu komplekslik ve canlılar arasında hayali `evrim ağacı`na meydan okuyan dağılımı ile, teoriyi çıkmaza sokmaya yeterlidir.

Unutmamak gerekir ki, hemoglobinin varlığı kan dolaşımı için zorunludur ve oksijen soluyarak yaşayan hiçbir organizma, bu molekülün rastlantısal mutasyonlarla oluşmasını ve zaman içinde mükemmelleşmesini bekleyemez. Eğer hemoglobin, oksijene zayıf bir bağla bağlanacak ve böylece onu dokulara taşıyacak, sonra da dokulardaki atık maddeyi toplayıp bunu akciğerde yeniden bırakacak olan çok özel yapısına ilk andan itibaren sahip olmasaydı, kan dolaşımı mümkün olmazdı. Bu da bizlere kan dolaşımının, kalp, damar ağı, kan sıvısı gibi zaten kendi içinde son derece kompleks olan dokuların yanında, hemoglobin gibi özel moleküllerle birlikte bir anda ve eksiksiz olarak ortaya çıkması gerektiğini gösterir. Bir diğer ifadeyle, kan dolaşımının kökeni evrim değil, yaratılıştır.

Canlılar alemi içinde `nasıl` ve `neden` sorularına verilebilecek her cevap, açıkça yaratılış gerçeğinin birer izahı olacaktır. Bundan dolayıdır ki, Darwinistler, yaşamın kompleks yapısının nasıl ortaya çıktığı sorusuna hiçbir zaman cevap getirememektedirler. Karşılarına çıkan her eser, istediğini istediği gibi yapmaya gücü yeten, Yüce Allah`ın yaratmasıdır. Kuran`da bu gerçek şu şekilde bildirilir:

“Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz.â€�(Mearic Suresi, 40)

Hemoglobin, oksijeni taşımak için gerekli önlemlerle birlikte yaratılmıştır. Hemoglobin molekülündeki 4 hem grubu oksijeni yakalayıp taşımakla görevlidir. Oksijensizken birbirine paralel durumda olan bu hem grupları, oksijene bağlandıklarında paralel şekillerini kaybedip, çarpılıp bükülmeye başlarlar. Bunun nedeni oksijenlerin birbirlerine yaklaşarak demir iyonları arasında oksijen köprülerinin oluşmasını engellemektir. Bu önlem son derece önemlidir. Bu tedbir sayesinde iki hemoglobin molekülünün oksitlenerek bozulması önlenmiş olmaktadır. Her kırmızı kan hücresindeki yaklaşık 270 hemoglobin, bu önemli tedbiri sürekli olarak almaktadır.

Hemoglobin, beraberinde taşıdığı azotmonoksit sayesinde hangi dokuya ne kadar oksijen vereceğini bilmektedir. Hemoglobinin taşıdığı azotmonoksit, vücuttaki kan basıncının sabit kalmasını sağlamaktadır. Dokulara hangi miktarda oksijen dağıtılması gerektiği, kan basıncının sabitliği ile sağlanır.

Karbondioksit, kan içinde genellikle karbonik asit formunda taşınır. Sadece ortalama %5`lik bir kısmı hemoglobine bağlanarak akciğerlere iletilmektedir. Karbondioksidin %10`luk bir kısmı ise çözünmüş gaz halindedir.

Haldane etkisi, dokularda oksijen ihtiyacı oluştuğunda, hemoglobinin oksijenden ayrışıp daha fazla karbondioksite tutunmasını sağlar. Aynı kimyasal etki, akciğerlerde tam tersi bir etki göstermektedir. Bu etki ile hemoglobinin oksijen ve karbondioksit alışverişi yaptığı noktalar mükemmel bir hassasiyetle belirlenmiş olur.

Karaciğer Hücresi

Vücuda alınan demirin oldukça az bir miktarı kullanılır. Ancak vücut için son derece önemli olan bu özel malzemenin geri kalanı demir iyonları, sonra kullanılması gerektiği bilinircesine, vücuttaki bazı hücreler tarafından depo edilir. Depo görevi yapan bu hücrelerden biri de karaciğer hücresidir. Karaciğer hücreleri adeta bir fabrikanın depolama bölümü gibi calışarak vücuttaki fazla demiri ileride kullanılmak üzere depolar.

Yaşamamız için sırf nefes alıp vermemiz yeterli değildir. Bedende saniyeler içinde gelişen bir hareketlenme ile alınan oksijenin yaklaşık 100 trilyon hücreye teker teker dağıtılması, dışarıya verilecek karbondioksitin ise teker teker toplanması gerekmektedir. Hayatta kalabilmemiz, tümüyle kompleks olan bu mikro sistemin faaliyetine bağlıdır. Yeryüzünde yapılan hiçbir bilimsel çalışma, hemoglobin gibi oksijen taşıyabilen bir mekanizmanın geliştirilmesini sağlayamamıştır.

Hemoglobin hem yapısı hem de görevleri itibariyle son derece özel bir moleküldür. Eğer hemoglobin, oksijene zayıf bağ ile bağlanıp, onu dokulara taşımasını, sonra da dokulardaki atık maddeyi toplayıp oksijeni akciğerde yeniden bırakmasını sağlayan çok özel yapısına ilk andan itibaren sahip olmasaydı kan dolaşımı mümkün olmazdı. Kuşkusuz hemoglobin de, kan dolaşım sisteminin diğer elemanları ile birlikte aynı anda yaratılmıştır. Bir diğer deyişle, kan dolaşımının kökeni evrim değildir. Bu sistem Rabbimiz`in üstün yaratışının delillerinden sadece bir tanesidir.